UZMANLIK ALANLARIMIZ

  • DEPRESYON: Depresyon bir akıl hastalığı değil, bir duygulanım bozukluğudur. Her yaşta görülebilirse de, orta yaşlarda daha sık izlenir. Kadınlarda erkeklerden iki misli fazladır. Kabaca her dört kadından birisi ve her 8 erkekten birisi yaşamlarında bir depresyon atağı geçirirler.

    Belirtiler: Depresyonda (hastalığın ağırlığına göre kişiden kişiye değişmek üzere); neşesizlik, elem, keder, yaşama karşı isteksizlik, eskiden zevk aldığı şeylerden (aktivite ve hobiler gibi) artık zevk alamama, “sanki dünya yıkılmış altında kalınmış” ya da “çıkışı olmayan bir tünelde kalındığı” şeklinde duygular, kendine güven duygusunda azalma, kendini değersiz ve yetersiz hissetme izlenir. Kişi gereksiz yere ve gerçekçi olmayan biçimde kendini eleştirip suçlayabilir, özellikle geçmişe yönelik “keşkeler” yaşayabilir. Hastalarda suçluluk duygularıyla ilintili olarak yaşanan intihar düşünce ve girişimleri ciddi olup, riskli sonuçlar doğurabilir. Öte yandan takıntılı düşünce (obsesyon) ve korkularda artış, gelecekle ilgili karamsarlık duyguları (örn; hiç düzelmeyeceği, iyileşemeyeceği, herşeyin daha kötüye gideceği duyguları) yaşayabilir. Depresyonu olanlar daha çok sabah saatlerinde kendilerini daha kötü hisseder, yataktan kalkma ve yeni güne başlamada isteksizlik yaşarken, akşamları kendilerini daha iyi hissettiklerinden, ancak ertesi sabah yine kötü kalktıklarından söz ederler (bazı atipik depresyonlu hastalar ise tersine akşamları kendilerini daha kötü hisseder). Hastalar düşünce akımı ve hızındaki yavaşlama sonucu konuşmada bile zorlanmaya başlarlar. Dikkat ve konsantrasyonları azalır. Aşırı derecede unutkanlıktan söz ederler. Yine bu nedenlerle kitap okumada, tv seyretmede, ders çalışmada zorlanmaya başlar, iş, okul ve ev yaşamlarındaki işlevsellik ve performanslarında azalma tarif ederler. Zorlandıkları için topluma girmek istemezler. Bedensel olarak da güçsüzlük, geçmek bilmeyen baş, sırt, boyun ya da karın ağrılarından yakınabilirler (özellikle yaşlı hastaların bir kısmı, gerçekte altta yatan neden depresyon olduğu halde, sadece ağrı yakınmalarıyla diğer dallardaki hekimlere başvurabilir). Yiyeceklerden artık zevk alamama, iştahsızlık hatta kilo kaybı (atipik depresyonlarda ise tersine iştah ve kilo artışı) izlenir. Gerçek bir biyolojik bozukluk olmadığı halde cinsel isteksizlik, cinsel haz alamama, hatta kadınlarda adet bozuklukları bile ortaya çıkabilir. Depresyonda uyku bozuklukları olarak; uykuya dalmada zorluk, gece sık sık uyanma, bazı hastalarda da sabah 05.00 gibi erken saatlerde sanki “düğmeye basılmış gibi” birden uyanma, sıkıntı veren düşünce ve duygulara kapılıp bir daha uykuya dalamama izlenir (atipik depresyonlu hastalar ise 10-12 saat gibi aşırı süre uyuduklarından yakınırlar).

    Bazı hastalarda “duygusal anestezi” de izlenir. Bunlar yakınlarının başına gelen olumsuzluklara bile artık üzülemediklerini söyler ve bu nedenle kendilerini suçlayabilirler (örn; ben nasıl bir anneyim ki, çocuğum ayağını kırdığı halde üzüntü duymadım gibi).

    Bir özel grup depresyonlu hastada ise; insanların kendilerine “acıyarak baktıkları” şeklinde alınganlık, suçluluk duygularıyla ilişkili olarak da hakettiği için “cezalandırılacağı” şeklinde şüphe düşünceleri izlenir.

    Diğer depresyon ve benzeri tabloları:
    Mevsimsel özellik gösteren depresyonlar; Bazı hastalarda depresyon, daha çok sonbahar ve kış mevsiminde olmak üzere yılın belirli aylarında ortaya çıkar (örn; ekim, kasım, aralık gibi).

    Distimi (kronik depresyon); Bunlarda depresyon belirtileri daha hafif ve günlük yaşamı tam olarak bozmayacak düzeydedir (Örn; Sabahları mutsuz kalkar ama işine gidebilir). Bu depresyonlar çoğunlukla bir hastalık olarak değil, kişinin “mizacı” gibi algılandığından, aslında tedavi edilebilmeleri mümkün olduğu halde, tedavi edilmeden kronik bir biçimde süregider ve kişide “kronik bir mutsuzluğa” neden olurlar.

    Melankolik depresyon; Ağır depresyon tablolarıdır. Ciddi düzeyde suçluluk duyguları, intihar düşünce ve girişimleri yanında “organlarının çalışmadığı ya da çürüdüğü, çok suçlu ve günahkar olduğu için cezalandırılacağı hatta hiç ölmeyip sürekli acı çekeceği” şeklinde düşünceler de izlenebilir.

    Uzamış yas; Sevilen birinin kaybı/ölümü sonrası izlenen ve depresyona benzeyen tablolardır. Kendiliğinden düzelirler. Ancak ortalama 6 ayı geçen sürede de aynı tablo sürüyorsa bir depresyon eşdeğeri gibi kabul edilip, tedavi edilmelidir.

    Demoralizasyon ( moral bozukluğu) durumları; Kişinin yaşamını olumsuz olarak etkileyen önemli çatışmalar, ekonomik kayıplar (örn; iş kaybı, iflas vb.) ya da boşanma vb. durumlarda izlenen tablolardır. Kişinin mutsuzluğu, sıkıntısı, ağlama nöbetleri depresyonu andırırsa da gerçek bir depresyon değildirler. Stres yaratıcı olayın çözümlenmesi ve de çözüme odaklı psikoterapötik destekleyici bir yaklaşımla düzelirler.

    Doğum sonrası izlenen (post partum) depresyonlar; Doğumu izleyen ilk günlerde ortaya çıkanlar genel olarak kendiliğinden ve kısa sürede düzelmektedir (annelik hüznü). Ancak doğum sonrası izlenen ağır depresyonlar da ciddi antidepresan tedavi yaklaşımı gerekir.

    Bipolar bozukluğun depresyon dönemi; İki kutuplu (bipolar) hastalarda izlenen depresyon tabloları hekim, hasta ve çevresince ciddi takip ve özel tedavi yaklaşımları gerektirir. Bu hastalarda tablonun ciddiliği yanında, manik dönemlerin ortaya çıkma olasılığı da göz önünde tutulmalıdır.

    Depresyon nedenleri: Depresyon %40 hastada kalıtımsal, %60 hastada ise çevresel stres yaratıcı etkenlerle ilişkilidir. Ebeveynde depresyon öyküsünün olması, çocuklarda depresyon görülme riskini 3 kat artırır. Yine kişinin baş edemediği ağır ya da uzun zamandır süregiden kronik stresler de depresyon oluşumunda tetiği çekici bir etken olarak rol oynar. Ancak beyin biyolojik olarak depresyonu öğrendiğinden bir müddet sonunda belirgin bir stres etkeni olmaksızın da depresyon ortaya çıkabilir.

    Yine bazı psikiyatrik durumlara ikincil olarak da (örn; panik bozukluğu, alkol ya da madde bağımlılığı gibi) depresyon izlenebilir. Öte yandan bazı hastalıklar (örn; tiroid bezi hastalıkları, parkinson, inme, multipl skleroz gibi bazı beyin hastalıkları), bazı ilaçlar (örn; bazı tansiyon düşürücü, yüksek kolesterol düzeyi ya da cilt hastalıklarında kullanılan bazı ilaçlar gibi) depresyona neden olabilirler.

    Tedavi: tedavi edilebilir bir hastalıktır. Antidepresan ilaç tedavileriyle, depresyon oluşumunda rol oynayan “bozulmuş beyin biyokimyası” düzelir. Ancak ilaçların iyileştirici etkisi, yeterli dozda kullanıldıklarında bile en az 3-4 haftada (bazı hastalarda 6-8 haftada) ortaya çıkmaya başladığından hasta ve çevresi sabırlı olmalıdır. Yeterli süre ilaç kullanımına rağmen cevap alınamaması, ya ilaç dozu ya da hastanın o ilaca cevapsızlığıyla ilişkili olabileceğinden, tedavi hekim tarafından gözden geçirilmelidir. Depresyon hastaların %50-75’inde tekrarlayabildiğinden (nüks), her tekrarlamada tedavi, hekimlerin önerdiği yeterli sürelerde sürdürülmelidir. Zira tedavinin erken sonlandırılması, yeni nükslerin oluşumunda rol oynayabilecektir. Depresyon tekrarladığı oranda tedaviye de daha dirençli hale gelmekte olup, tedaviye direnç gösteren hastalarda (%25-30 hasta) daha aktif ve çok yönlü bir tedavi gereksinimi doğmaktadır. Depresyonda ilaç tedavileriyle birlikte psikoterapötik ve bilişsel-davranışcı yöntemler de kullanılabilmektedir. Depresyon; Okul, iş, çalışma hayatı ve ev yaşamında sosyal, ekonomik ve başarı düzeyinde sorunlara neden olabildiği gibi, özellikle olası intihar düşünce ve girişimleri yönünden de ciddiye alınması gereken bir durumdur. Hastayla ilgilenecek ve onun durumunu takip edebilecek yakınlarının varlığında genellikle ayaktan ve hastanın kendi ortamında tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak tek başına yaşayan, klinik tablosu ağır olan, yemek reddi ya da intihar girişimi olan bazı hastalarda, daha yakın tıbbi izlem ya da gerektiğinde elektroşok gibi daha aktif tedavilerin yapılabilmesi amacıyla hastahane tedavisi gerekebilir.

    Hastaya yaklaşım; Depresyonlu hastaya söylenebilecek en saçma sözler “mantığını topla ve kullan, sen güçlüsün gücünü kullan, takma bunları kafana” vb. dir. Çünkü hastada bu sözler “gücümü kullanmıyorum” şeklinde suçluluk duygularına neden olabilecektir. Onun yerine yaşadığı olumsuz duyguların içinde bulunduğu hastalıkla ilişkili olduğu vurgulanmalıdır. Depresyon psikiyatristler de dahil olmak üzere, her insanda olabilecek bir hastalık olup, mantıkla, güçlü ya da güçsüz olmakla ilişkili olmayan ve ancak beyin kimyasının düzelmesiyle iyileşen bir hastalıktır. Depresyon hastayı eğlendirmek ya da neşelendirmekle, onu seyahate çıkarmakla vs. düzelmez. Aksine günlük işlerini yapabilecek düzeye gelinceye kadar istirahat etmesini sağlamak daha olumludur. Hafif depresyonlarda istediği takdirde hasta ilaçlarını kullanmak kaydıyla okul, iş vb. aktivitelerini sürdürebilir. Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların kişinin aklına, beynine bir zararı olmadığı gibi, bağımlılık da yapmazlar. Tüm ilaç tedavilerinde olduğu gibi antidepresan kullanımına bağlı izlenen bazı yan etkiler de kalıcı olmayıp, ilaç kesimiyle birlikte düzelmektedir. Hasta, aile ve hekim işbirliği tedavide önemlidir.

    BİPOLAR BOZUKLUK Bir duygulanım bozukluğudur. Toplumda her 100 kişiden 1 ila 2,8’ünde izlenir. Depresif, manik ya da karma nöbetlerle seyreder. Nöbetler arasında kişi ruhsal yönden tamamen sağlıklıdır. Hastalığın ortaya çıkışında kalıtımsal (genetik) etkenlerin rolü %60-80 gibi büyük bir düzeydedir. Bir ebeveynde hastalık bulunduğu takdirde çocuklarında izlenme şansı (%15-30), hem anne, hem de babada bipolar bozukluk varsa çocuklarının hastalanma şansı % 50-75’ dir. Bir çocuk hasta ise, kardeşinde görülme şansı da %15-25 arasındadır. İkiz kardeşlerde bu oranlar daha da yükselmekte olup, tek yumarta ikizlerde %85’e kadar çıkmaktadır. Kalıtım dışında kafa travmaları, kişiyi çaresiz bırakan çatışmalar, enfeksiyonlar ve bağışıklık sistemini ilgilendiren hastalıkların da rolü vardır. Hastalık genel olarak genç yaşlarda (18 yaş civarı) başlar. Ancak bipolar tanısı ancak manik nöbet görüldükten sonra konabildiğinden tanı geç sürede konur. Zira hastalar depresif dönemde hekime başvururken, manik dönemi sağlıklı olarak görüp başvurmazlar. Eğer manik dönem ağır düzeyde yaşanıyorsa, ancak o zaman ve çoğunlukla da kendi istekleriyle değil, yakın çevrelerindeki kişilerce psikiyatriste getirilirler.

    Klinik görünüm: Manik nöbet; İçinde bulunan şartlarla uymayan biçimde aşırı neşe, keyif ve mutluluk duygusu izlenir. Hastalar aşırı hatta aykırı espriler yapar, aşırı hareketli hareket eder, aşırı iş yapar, süratli araba kullanabilirler. Yüksek sesle, çoğunlukla el ve kol hareketlerinin de iştirak ettiği, hızlı ve çok fazla bir konuşma izlenir. Kişinin aklına aynı anda birden fazla düşüncenin gelmesi ve çağrışımlardaki artış nedeniyle konuşma sırasında bir konudan diğerine atladıkları ve bu nedenle konuşmanın esas amacından uzaklaştıkları ve konuyu dağıttıkları görülür. Hastalarda; kendine aşırı güven, her şeyi başarabileceğine inanma, üstün güçlere sahip olduğunu ileri sürme, herkese öğütler verme, kendini diğer insanlardan üstün, güçlü ve de zeki görme, topluma ya da dini konularda insanlara liderlik ettiğine inanma izlenir. Çok neşeliyken beklenmedik biçimde aniden öfkelenebildikleri hatta agresif davranışlarda bulunabildikleri, kavgalara karıştıkları, bazen de neşeli hallerinin ağlamaya dönebildiğine rastlanır. İştah ve cinsellikde artış görülür. Sosyal konumuna uygun olmayan ve gelişigüzel ilişkilere girebilir, uygunsuz bir cinsel yaşam sürdürebilirler. Yine aşırı ve gereksiz harcamalar yapabilir, gereksiz hediyeler verebilir, ödeyemeyecekleri borçlar altına girebilir ya da riskli konularda çok akıllıca olmayan riskli yatırımlar yapabilirler. Uyku azalması hastalığın ilk haberci belirtilerindendir. Uykuya dalmakta zorlandıkları gibi, 2-3 saat uyku ile kendilerini çok iyi hissederler (örn; bir ev hanımı bu şekilde uyanıp, gece yarısı iş yapmaya başlayabilir). Bir daha da uykuya dalamazlar. Bazı kişilerin bu dönemde alkol ya da bağımlılık yapan maddeleri çok miktarda ve kötüye kullandıkları izlenir. Bazı hastalarda ise; “başkalarının onun başarılarını çekemeyip kuskandıkları ve bu yüzden başkalarının ona kötülük yapabilecekleri” konusunda düşünce bozuklukları (hezeyanlar) ya da övücü sesler duyma gibi işitsel halüsinasyonlar görülebilir. Dikkatleri çok ve çabuk dağıldığı için, verilen işleri bitiremezler. Bellek işlevlerinde artış nedeniyle her şeyi çok kolayca hatırlarlar. Zihinler sanki açılmış ve aydınlamış gibidir. Bazı hastaların yaratıcılıklarında da bu dönemde artış izlenir.

    Depresif nöbet; Manik dönemin tam tersi bir ruh hali izlenir. Neşesizlik, isteksizlik, elem, keder, karamsarlık, eskiden zevk alınan şeylerden artık zevk alamama duygusu, kendine güvende azalma, basit konularda bile karar verememe, şu ana ya da geçmişteki her hangi bir konuya ilişkin olarak kendini “gereksiz ve aşırı” bir şekilde eleştirme, pişmanlık duyma, gerçeğe uymayan biçimde kendini suçlama, intiharla işgili düşünceler hissetme hatta intihar girişiminde bulunabilme, gelecekle ilgili karamsarlık (örn; her şey kötüye gidecek, hastalığı hiç düzelmeyecek, kendisi yüzünden aile fertleri ya da diğer kişiler de zarar görecek, çevrelerine ya da ailelerine yük oldukları vb.). Sevdiklerinin yaşadığı olumsuz olaylarla ilgili olarak üzüntü bile duymama (duygusal anestezi) ve bu nedenle kendini suçlama görülebilir. Hasta dikkatini herhangi bir şeye yoğunlaştırmada zorluk, unutkanlık ve bu nedenle tv, gazete, kitap okumada, ders çalışmada, ev ve iş hayatını sürdürmede zorlanma ya da sürdürememe, topluma girmek istememe, kendini bedensek olarak güçsüz hissetme, konuşurken bile zorlanma, baş, boyun, sırt ağrıları gibi geçmek bilmeyen ağrılar yaşama, iştah azalması (%20 hastada iştah normaldir), kilo kaybı, uykuya dalmada zorluk, sık sık uyanma, sabah 4-5 sularında düğmeye basılmış gibi birden uyanıp sıkıntılı düşünceler yaşama ve bir daha uykuya dalamama (hastaların %20’sinde tersine aşırı uyuma izlenir), cinsel istekde azalma, bazen adet bozukklukları, genelde sabahları yataktan kalkıp yeni güne başlamada zorluk ve kendini ruhsal yönden kötü hissetme, akşamları ise daha iyi hissetme durumu (bir grup hasta da da yersine akşamları kendilerini daha kötü hissetme) izlenir. Bazı ağır hastalık tablolarında ise; hasta kendisini suçlayan sesler duyabilir, yaptığı hatalar nedeniyle cezalandırılması gerektiğine ve bu nedenle öldürülmeyi bile hakettiğine inanabilir. Bazıları da hiç ölemeyip sürekli ceza çekeceklerine, bedenlerindeki organların çalışmadığı, çürüdüğü ya da organlarının işlevlerinin bozulduğuna inanabilir.

    Karma nöbet: Hem manik, hem de depresif döneme ait belirtiler bir arada bulunur. Örn; hasta hem karamsarlıktan söz eder, hem de aşırı hareketlidir. Tüm hastalarda hastalarda bu nöbetler belirli bir düzen göstermeksizin (çoğunlukla bahar aylarında daha fazla olmak üzere) ortaya çıkar. İlk 1 ve 2. ci nöbetlerin ortaya çıkmasında ağır stresler tetiği çekici etkenler olarak rol oynayabilirken, çoğunlukla nöbetler kendiliğinden ortaya çıkarlar. İlk baharda manik, sonbahar kış aylarında ise depresif nöbetler daha sık izlenir. Hastalık ömür boyu ortaya çıkabildiği gibi, nöbet sayıları arttıkça daha sık nöbet izlenmekte, aradaki sağlıklı dönemler de daha kısalmakta ve tedavi daha zor hale gelmekte olduğundan, yeni nöbetlerin (nükslerin) ortaya çıkmasını önlemeye yönelik “koruyucu tedaviler” çok önem kazanır. Hastalık nöbetlerinde beyin biyokimyasındaki değişimler rol oynadığından, manik dönemde bu bozukları bastırıp düzelten, depresif dönemde de bunların etkisini artırıcı ilaçlar kullanılr. Gerek bu dönemlerde, gerekse aradaki iyilik dönemlerinde de “koruyucu tedaviler” sürdürülür. Çok ağır depresyonlarda gerektiğinde elektroşok tedavisi gibi biyolojik tedaviler de uygulanabilir.

    Bipolar (I); Hem güçlü manik, hem de güçlü depresif dönemler izlenen hastalardır.

    Bipolar (II); Hafif şiddette manik (hipomanik), uzun süren ağır depresif dönemler yaşanır (hastalar yaşamlarının ortalama yarısında depresiftirler ve bipolar depresyonlar antidepresan tedaviye zor yanıt verirler). Depresif dönemlerde hastalar psikiyatristlere daha rahat giderlerken, manik dönemde çoğunlukla hasta olduklarını kabul etmez ve de ancak yakın çevrenin zorlamasıyla giderler ya da götürülürler. Manik dönemde (özellikle de hastalık bilinci olmayan hastalarda) tedaviyi sağlamak amacıyla) hastane tedavisi de gerekebilir.

  • (KAYGI, İÇ SIKINTISI, BUNALTI)

    PANİK BOZUKLUK :Beklenmedik bir anda aniden başlayan ve çarpıntı, nefes darlığı, göğüste sıkıntı, baş dönmesi, titreme, uyuşma, terleme vb. bedensel belirtilerle seyreden ve de ölme, bayılma, kontrolunu kaybetme, çıldırma vb. korkular yaşatan, tedavisi kısa sürede yüzgüldürücü şekilde sonuçlanan bir hastalıktır. AGORAFOBİ: Tek başına sokağa çıkamama, evde yalnız kalamama, panik atak geldiğinde kaçması zor olan kapalı mekanlarda korku yaşama (uçak, metro, asansör vb). ile seyreden ve de başarıyla tedavi edilebilen bir hastalıktır.

    SOSYAL FOBİ: İnsanlar arasında sıkıntı duyma, toplum içinde (özellikle de sunum yapma vb, performans göstermesi gereken ortamlarda) heyecanlama, konuşmada zorluk, ses ve ellerde titreme, çarpıntı, terleme, göz göze bakamama ya da yüz kızarması vb. sıkıntılar yaşayan ve bu nedenle toplumdan kaçınma, restoran vb. mekânlarda gözden uzak noktalarda yemek yeme, çekingenliği nedeniyle iş ve sosyal yaşamda hak ettiği düzeylere çıkamama durumlarıdır. Bu kişiler de tedaviden yarar görürler.

    TAKINTI HASTALIĞI (OKB): Kişi saçma olduğunu bildiği halde, temizlik, cinsel, dini, saldırganlık, simetri, kontrol, hastalık kapma gibi (özellikle de kişiye ters gelen konularda) bazı düşünceler (obsesyonlar), kişi istemeksizin otomatik olarak beynine gelir ve kişide sıkıntı yaratır. Hatta bazı hastalar çevrenin bunları tuhaf karşılayacağı düşüncesiyle kimseye söyleyemezler. Kişi yaşadığı sıkıntıyı giderme amacıyla da bazı kompulsif davranışlar yapılmaya başlar. Örnek; saatlerce sürebilen yıkama ve yıkanma davranışları, defalarca yapılan ütü, kapı, doğal gaz, araba kapısı kontrolleri, belli sayıları sürekli sayma, acaba unuttum mu düşüncesiyle defalarca dua etme, her şeyi simetrik hale koyma, dine, Allah’a karşı gelebileceği, çocuğu ve diğer yakınlarına ahlaki değerlere uymayacak şekilde bakabileceği, çevreye ahlak dışı arzu belirten mesajlar verebileceği, çocuğu, ebeveyni ya da eşine fiziksel zara verebileceği vb. belirtilerle seyreden bir hastalıktır. İnatçı, kişi ve çevresini yoran, uzun süreli bir mücadele gerektiren, tıbbi ve bilişsel tedavi yaklaşım ile olumlu sonuçlar alınabilen bir hastalıktır.

    TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU: Bedensel, ruhsal ya da cinsel taciz, tecavüz, saldırı, işkence ya da deprem vb. doğal afetler, beklenmedik önemli hastalıklar, yakınlarının ölümleri gibi travmatik olayları takiben ortaya çıkan uzun süreli psikiyatrik tablolardır. Kişide korku, endişe ve çaresizlik duyguları oluşturur, yaşamını olumsuz olarak etkilerler. Klinik tabloda travmanın sık sık hatırlandığı ve bu sırada kişilerin iç sıkıntısı, çarpıntı, nefes alamama, terleme, bulantı vb. belirtilerle seyreden anksiyete yaşadıkları izlenir. Bazen de kişi uyanık olduğu halde sanki aynı olayı o an tekrar yaşıyor gibi çığlık atma, kaçma vb. kaçınma davranışları gösterebilir. Travmayı hatırlatan ses, ışık, renk, koku, ortam vb. uyaranlar kişinin gerilmesine, irkilmesine hatta öfke duyguları yaşamasına neden olabilir. Uykuya dalmakta zorluk çeker, daha çok yaşanan travmayla ilgili kabuslar görür ve uyuyamamaktan şikayet ettikleri halde, bu kabusları görmemek için (daha çok bilinç dışı olarak) uyumaktan da kaçınırlar. Çevredeki kişilerin kendi yaşadıklarını anlayamacakları duygusuyla yaşadığı çevredeki kişilere mesafeli davranır ya da o çevreden uzaklaşabilirler. Travmayı hatırlatan ortamlara girmek istemez, olayın en rahatsız edici bölümlerini hatırlamayabilirler. Uygun bir tedaviyle düzelen tablolardır.

    ÖZGÜL FOBİLER: Gerçekte sorun yaratmayan bazı durumlar (enjeksiyon yaptırtma, kan verme gibi), bazı mekanlar (yüksek yerlere çıkamama, kapalı mekanlara girememe “klostrofobi” gibi), bazı araçlar (uçağa, metroya binememe gibi), bazı aktiviteler (boğulma endişesiyle katı yiyecekleri yutamama, araç kullanamama, çok geniş alanlarda dengesini kaybetme ve yürüyememe gibi), bazı nesneler (sivri uçlu bıçak ya da makasları elleyememe gibi), bazı hayvanlar (yılan, böcek, köpek vb.) ya da bazı bedensel işlevlerle (yüz kızarması, terleme, gaz kaçırma gibi) ilgili olarak yaşanan korkulardır. Bunlar tutarlı mantıksal temeli olmayan aşırı ve uzun süreli korkular olup, kişi mantıksız olduğunu bilmesine rağmen korku yaratan durumlarla karşılaştığında, hatta bunları düşündüğü ya da hayal ettiğinde bile; korku, kaygı, endişe, heyecan, kalpte çarpıntı, terleme, titreme, ateş basması vb. belirtilerle seyreden yoğun anksiyete (sıkıntı) duyguları yaşar. Korku yaratan nedenlerle ilgili olarak kaçınma davranışları geliştirir (örn; uçağa, asansöre binmeme, diş hekimine gitmeme, sokağa çıkmama vb. gibi). Bunlar da yaşam kalitesinin bozulmasına neden olur. Kişinin yaşadığı sıkıntıları azaltan bazı ilaçlar kullanılabilirse de, tedavilerinde psikoterapötik ve de bilişsel-davranışcı yöntemlerin etkinliği daha fazladır.

  • ŞİZOFRENİ Toplumda her 100 kişiden 1’inde izlenen ve kişinin zekası tamamen sağlıklı olmasına rağmen gerçeği değerlendirme işlevinin bozulması sonucu oluşan gerçek dışı düşünceler (hezeyanlar), algılama bozukluğu sonucu ortaya çıkan gerçekte olmayan sesler duyma (halüsinasyonlar) ile, duygulanımda sığlık, donukluk ve agresif davranışlar ya da içe kapanma gibi davranışsal sorunlarla seyreden bir hastalıktır. Uzun süreli (kronik) ve bazı hastalarda da ilerleyici gidiş gösterebilir. Hastalığın ilk tohumları daha küçük yaşlarda atılmaktaysa da, kişinin tedavi gereksinimi 18-19 yaşlar gibi geç ergenlik dönemde ortaya çıkar. Hastalık ya birden akut ve gürültülü bir şekilde başlar, ya da sinsi bir biçimde gelişir. ŞİZOFRENİ Klinik belirtiler; Düşünce içeriği; Burada hezeyanlar izlenir. Örn; Kötülük görebileceği, takip edilebileceği, arkasından kendisine zarar verecek işler çevrilebileceğini düşünebilirler. Polis, gizli örgütler, tanıdık ya da tanımadığı kişiler ya da eşi hatta ebeveyni gibi yakın kişilerin kendisine kendisine zarar verebileceklerinden söz ederler. Yemeğine zehir konduğu ya da eşi tarafından aldatıldığı şeklinde şüphe hezeyanları izlenebilir. Bazı hastalarda ise radyo, televizyon vb. iletişim araçlarından kendisine bazı mesajlar verildiği, kafasından geçen düşüncelerin karşıdaki insanlarca okunabildiği ya da onun başkalarının düşüncelerini okuyabildiği, bazı kişi ya da teşkilatların elektronik aygıtlarla ya da telepati, hipnoz gibi tekniklerle kendisini etkilediği, evde, okulda, iş yerinde ya da sokakta gizli kameralar aracılığıyla izlendiği şeklinde hezeyanlar da izlenebilir. Bazıları da diğer kişilerin bakışlarından, gülümsemelerinden anlamlar çıkarır, onların kendilerine bazı imalarda bulunduğunu düşünürler. Bazı hastalar İse ebeveynin kendi gerçek ebeveyni olmadığına, değiştirildiklerine inanırlar. Yine bu hastalıkta dini hezeyanlar da izlenebilir. Örn; kendisine muska ya da büyü yapıldığı, kendisinin erdiği, dini yönden özel görevler verildiği, özel güçlere sahip olduğu vb. gibi. Düşüncenin yapısı; Hasta için belli bir anlamı olan, ancak diğer insanlara tuhaf gelen bir düşünce sistemi vardır. Düşünce akımı; Düşünce ler ve çağrışımlar arasındaki mantıksal bağlantılarda kopukluk olduğundan, dağınık ve içeriği fakir bir konuşma biçimi vardır. Çok az konuşur, bazen konuşma sırasında suskunluklar gösterir, konuşmayı sadece evet, hayır ya da bilmiyorumlarla sürdürebilir ya da sorulanlara hiç yanıt vermeyebilirler. Belirli cümle ve kelimeleri ya da karşıdaki kişilerin söylediklerini tekrarlayabilirler. Halüsinayonlar; İşitme halüsinasyonları; Etrafta bir ses kaynağı olmadığı halde, emir veren, onu tehdit edip korkutan, bazen de onu güldüren sesler duyabilir, bu seslerle konuşup cevap verebilirler. Bazıları kendi düşüncelerini ses halinde duyarken, bazıları da sanki iki kişinin içinde karşılıklı olarak konuştuğundan söz ederler. Görme halüsinasyonları; Aslında varolmadığı halde, bazı insanlar ya da tuhaf nesneler görebilirler. Koku halusinasyonları; Evine zehirli gaz verildiği ya da kendisinin çevreye pis koku saldığından bahsedebilirler. Dokunma halüsinasyonları; Bedenine, organlarına dokunan eller ya da bilinmeyen ellerden söz edebilirler. Tat halusinayonları; İçtikleri ya da yediklerinin tadının değiştiğinden ya da değiştirildiğinden söz edebilirler. Duygulanım; Yüz ifadesinde donukluk, küntlük, sığlık ve duygusal tepkisizlik izlenebilir. Öfke, kızgınlık izlenebileceği gibi, bazen de yaşamdan zevk alma duygusunda azalma izlenir. Kendi kendine güldükleri de sık izlenen belirtilerdendir. Davranışlar; Hastalığın alevlenme dönemlerinde şüphe hezeyanları ya da “git ona vur” gibi emir veren halüsinasyonları nedeniyle çevreye karşı agresif ve tehlike yaratabilecek tepkiler gösterebilirler. Hastalğın daha ileri dönemlerinde de içe kapanma, insanlardan uzaklaşma, topluma karışamama, işini, eğitimini sürdürememe (bunlar aslında hastalığın bir belirtisi olmasına rağmen çevredekilerce yanlış olarak kişinin “tembellik” yaptığı ya da isteksiz olduğu şeklinde yorumlanabilir), motivasyonda azalma sonucu çalışamama, hatta “dış dünyaya açılan pencerelerini kapatıp” evden çıkmama görülebilir. Bazılarında kişisel bakım da azalır. Banyo yapmaz, uzamış tırnak ve sakallar ya da kirlenmiş giysilerle dolaşırlar. Bazen de kendi kendilerine konuştukları ya da işittikleri seslerle konuştukları izlenebilir. Tuhaf yüz hareketleri ya da tuhaf davranışlar (başkalarının yanında soyunma vb.) izlenebilir. Bilişsel bozukluklar; Dikkatlerini bir konuya odaklamada, belirli bir konu üzerinde yoğunlaşıp, anlamada, karar vermede ve de öğrendiklerini kullanmada zorlanır, öğrendiklerini kısa sürede unutabilirler. Hastalığın nedenleri; Kalıtımsal özellikler (ailenin diğer bireylerinde de bu ya da benzer hastalıkların bulunması) yanında beyin gelişimiyle ilgili sorunların, çocuklukta yaşanan bazı sağlıksız ve stres yaratıcı durumların, hatta geçirilmiş bazı enfeksiyonlar gibi etkenlerin hastalık oluşumunda doğrudan ya da dolaylı olarak rol oynayabildiği öne sürülmektedir. Tüm bunlar sonuçta beyin kimyasının (özellikle de dopaminerjik ve serotonerjik sistemlerin) bozulmasına neden olurlar. Tedavi; Hastalığının bilincinde olan ve ilaç kullanmayı kabul eden hastalar ayaktan ve kendi ortamında tedavi edilir. Bazı hastalar ise ilaç kullanmadıkları sürece “ hasta olduklarının bilincinde olmadıklarından” psikiyatriste gitmeyi ya da tedaviyi kabul etmezler. Bu nedenle onlara ilaçlarını kullandırabilmek ve de çevrenin ya da kendisinin zarar görmesini önleyebilmek amacıyla hastane tedavisi gerekebilir. Tedavide hasta, aile ve hekim işbirliği çok önemlidir. Çünkü hastaların ancak %15’ i bir atak geçirip sonrasında hastalanmadan yaşamını sürdürürken, hastaların %85’inde her tedavi kesiminde hastalık tekrarlamakta (nüks) ve her tekrarlamada hastalık tablosu daha ağarlaşıp, tedavisi de o oranda zorlaşmaktadır. Bu nedenle hastalık belirtileri düzeldikten sonra “yeni nüksleri önleyici tedavi”nin sürdürülmesi çok önemlidir. Tedavide bozulmuş beyin kimyasını düzeltici ilaçlar (antipsikotikler) kullanılır. Bunlar hastaya, ve onun beynine zarar verici ya da bağımlılık yapıcı özellik taşımazlar. Tıpdaki diğer hastalıklarda ilaç kullanımında olduğu gibi, burada da ilaçların olası yan etkileri konusunda hasta bilgilendirilmelidir. Öte yandan gerek hasta, gerekse ailesine hastalık, nedenleri, hastalığı gidişi, olası sonuçlar ve tedavi konusunda psiko-eğitim verilmelidir. İlaçların tedavideki temel rolü nedeniyle, hekimi dışında hiç kimse ilaç dozlarıyla oynamamalıdır. Hasta iyileştikçe ilaç dozu da zaten hekimince gitgide (ve onun yeniden hastalanmasını önleyebilecek en düşük düzeylere kadar) düşürülecektir, İlaç tedavisiyle birlikte gerektiğinde destekleyici terapi ya da bilişsel tedavi uygulanabilir. Hastaya yaklaşım; Hastalık kronik gidişli olduğundan hasta ve ailesinin çok sabırlı olması gerekir. Elde edilecek olumlu gelişmeler yanında, olumsuz şekilde sürebilecek belirtilerin de olabileceği akılda tutulmaldır. Hastayı suçlayıcı yaklaşımlar (örn; tembellik yapıyorsun, gayret etmiyorsun, çalışmak istemiyorsun vb.) yapılmamalı, aksine kaydettiği olumlu yönler vurgulanmalıdır (örn; ne güzel artık şunlarla başedebiliyorsun, ya da artık şunları yapabiliyorsun vb.). Hastada saçma bir düşünce ya da davranış izlendiğinde, ona bunların hastalığıyla ilgili olduğu açıklanmaldır. Özellikle sık ilaç kesimi ve bu nedenle de sık nüks izlenen hastalarda uzun süre etkili depo ilaçlar kullanılmalıdır. Hastalığın içe kapanma durumuna neden olduğu hastalarda, olabildiğince onları tekrar toplumsal yaşam ortamına sokucu ve bozulmuş olan işlevselliklerini artırıcı yaklaşımlarda bulunulmalıdır; Örn; Bakkaldan alış veriş yapması, bankaya para yatırması, bazı kurslara gitmesi, spor yapması, fazla sorumluluk gerektirmeyen ufak işlerde çalışması gibi girişimler teşvik edilmelidir.

  • Alkol ve madde bağımlılığı, Kişinin beden ve ruh sağlığı yanında aile, iş ve sosyal uyumunu da bozacak derecede ve gitgide artan fazla miktarda ve de sık biçimde (örn; bu sıklık hergün bile olabilir) tekrarlayıcı şekilde alkol ya da madde alması, almadığı zaman bunları kullanma isteği duyması ve bunları kullanmaktan zarar gördüğü halde, bu konudaki isteğini ve kullanmayı kontrol edemeyip durduramamasıyla seyreden bir bozukluktur. Bağımlılık neden olduğu yaşamsal, sosyal, tıbbi, adli ve ekonomik olumsuz sonuçlar nedeniyle, bir halk sağlığı sorunudur. Kişi bu maddeyi sağlayabilmek için iş, ev ya da toplumsal yaşamdaki günlük aktivite ve sorumluluklarını bile yerine getiremez hale gelir. Hatta bu amaçla hırsızlık, soygun yapanlara, bedenlerini para karşılığı kullandıranlara bile rastlanır.

    Kişi tıbbi sorunlar, kazalar, adli sorunlar yaşamasına, ev, iş ve toplumsal alanda olumsuzlar yaşamasına hatta bunlardan çok önemli zararlar görmesine rağmen, tüm yaşamı artık sadece bu madde etrafında dönüp durmaya devam eder. Bunun dışındaki her şey önemini kaybetmeye başlar. Artık onun için yaşam amacı, sadece bu maddeye ulaşmaktır. Ancak bu olumsuzluklara ve de yakınlarından ya da çevredekilerden gelen tüm uyarılara rağmen kişi maddeyi kullanmayı sürdürür. Alınan alkol ya da madde miktarı bir müddet sonra yetmemeye başlar (çünkü kullanılan miktara karşı beyinde fiziksel bir tolerans gelişir). Bu nedenle kişinin aynı hazzı alabilmek için zaman içinde aldığı miktarı gitgide artırmaya başladığı izlenir. Örneğin; başlarda bir duble alınan alkol miktarı, zaman içinde 3-4 dubleye, sonunda 1-2 şişeye bile çıkabilir. Miktar arttıkça yaşanan olumsuz olaylar ve bedensel yıkımlar da aynı oranda artar. Daha ileri dönemlerde; Bu maddelerin alışılan miktardan çok daha fazla alınması, bu kullanıma eklenen grip vb. herhangi bir hastalık durumunda araya girmesi, bu maddelerin etkisini artıran bazı yeşil reçeteli ilaçların da birlikte alınması durumlarında ya da bu maddelerin kullanımının tıbbi bir yardım almaksızın kişi tarafından birden kesilmesiyle ortaya çıkan “yoksunluk” durumlarında; El, kol, bacak ve gövde de titreme, terleme, uykusuzluk, bulantı- kusma, çeşitli ağrılar, denge bozukluğu, kan basıncı değişiklikleri, konuşmada zorluk vb. bedensel ya da bilinç bulanıklığı, hayal görme, korku, şüphe hezeyanları, yaptığı şeyleri hatırlayamama (örneğin; evine nasıl geldiğini ya da o sırada nerede, kimlerle neler yaptığını hatırlayamama gibi), çoğu kere gereksiz ve anlamsız ve saçma sapan konuşmalar hatta küfürler, vurup, kırma, yaralama gibi saldırgan agresif davranışlar, kontrolsuz cinsel davranışlar, gereksiz mekanlarda uyuyup kalma gibi belirtiler ortaya çıkar. Yoksunlukta ayaktan ya da yatarak gerekli acil tıbbi müdahale yapılmadığında ölüm izlenen olgular bile görüldüğünden, yüksek miktarda madde ya da alkol kullananların bunları bir psikiyatrist gözetiminde ayaktan ya da bir klinikte yatarak bırakması uygun olacaktır. Tam bir bağımlılıkta kişinin kendi başına bırakma konusundaki girişimleri de çoğunlukla başarısız olmaktadır.

    Dipsomani; Özel bir alkol bağımlılığı tipidir. Bu kişiler nöbete benzer şekilde 3-4 gün süreyle durmaksızın içer, sonra yeni benzer bir dönem gelinceye kadar uzun bir süre alkol almazlar.

    Bağımlılık etkenleri; Bağımlılık psikolojik, gelişimsel, kültürel, toplumsal etkenler yanında, özellikle kalıtımsal ve biyolojik yatkınlığın da rol oynadığı bir çeşit beyin hastalığıdır. Bu nedenle (her alkol alan alkol bağımlısı olmadığı gibi) 1. ve 2. derece akrabalarında benzer bağımlılık durumları olanlarda, bu kalıtımsal biyolojik yatkınlık nedeniyle bağımlılık oluşma şansı daha fazladır. Nitekim bağımlıların çoğu geldikleri ailelerde bu maddeleri çok kullananlardan ya da bağımlı kişilerden söz etmektedir. Kişinin bunları kullanımı devam ettikçe, beyinde bağımlılığı pekiştiren yeni reseptörler ve hücresel bağlantılar da oluşmakta ve bu durum bağımlılığın oluşumuna katkı sağlamaktadır. Alkol ya da maddenin keyif verici etkileri de (beynin, o madde alındığında salgılanan ve kişinin zevk duymasına aracılık eden “dopamin” denen monoaminin artışıyla zevk duyduğunu öğrenmesi nedeniyle) pozitif bir pekiştireç olarak bağımlılık gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

    Bağımlılıkta rolü olan gelişimsel ve çevresel etkenler;

    Bağımlılıkta rolü olan gelişimsel ve çevresel etkenler;

    *Çocukluk döneminde kişilik yapısında dürtüsel (dürtülerin kontrolsuz biçimde ortaya çıkıp davranışa yönelmesi) ve agresif (saldıgan) özelliklerin olması
    *Ergenlik yaş grubunda olmak
    *Arkadaş grubunda madde kullanımının geçerli bir norm olması nedeniyle, gencin o grup içinde kalabilmek ve arkadaşlarınca dışlanmamak için bu maddeleri kullanması ya da arkadaşların maddeleri sağlama, gence model olma, alkol ya da madde kullanımına karşı gencin tavrını değiştirmede olumsuz rol oynamaları
    *Ebeveynin ergen üzerindeki kontrolünün yetersizliği ya da yokluğu
    *Sosyal ilişki ve beceri eksikliği ya da yokluğu
    *Alt/düşük sosyoekonomik bir çevrede yaşamını sürdürüyor olmak
    *Çevrede, yakınlarında, ebeveynde bağımlı kişilerin varlığı (rol model alma, kalıtımsal yatkınlık)
    *Sosyal fobi, panik bozukluğu depresyon, şizofreni gibi hastalıkların varlığında alkol ya da maddenin psikiyatrik sorunlar için bir “ilaç” gibi kullanılması
    *Toplumda alkol/madde kullanımını özendirici yayınlar (reklamlar, filmler, müzikler vb)
    *Alkol ve maddeye ulaşımın kolay olması.

    Tanı koyma; Her ne kadar özellikle ilk başlarda kişiler bağımlı olduklarını ya da bu maddeleri kötüye kullandıklarını kabul etmeselerde ya da “ben istediğim an durdurabilim” vb. inkar düzeneği kullansalar da, bunların kullanılmasına bağlı olarak ortaya çıkan, hem kişinin hem de çevrenin sorunlar yaşamasına neden olabilen tüm olumsuz sonuçlara rağmen alkol ya da madde kullanımının sürdürülmesi, ağıza sürüldüğünde durdurmada zorlanılması, alınan miktarın zaman içinde git gide artırılması ve bunlar kesildiğinde kişide hafiften (uykusuzluk, el titremesi vb.), ağıra (titeremekten normal konuşamama, şaşkınlık, hayal görme vb) çeşitli düzeyde yoksunluk belitilerinin izlenmesi bağımlılık tanısını destekler.

    Bağımlılığın gidişi; Bunların kullanımı sürdürülüp kronikleştikçe, beyin yapı ve işlevlerinde oluşan bozulmalar da gitgide kalıcı olmaya başlar. Yaptıklarını hatırlayamama, şüphecilik ya da paranoid düşüncelerle giden alkol paranoyası (örn; eşinden şüphelenme gibi yargılama bozukluğu), algı bozuklukları sonucu halüsinasyonların ortaya çıkması (özellikle görsel, işitsel ve dokunsal), bellek ve yönelim bozukluklarıyla sereden tedavi edilebilen ya da kalıcı olabilen bunama (demans) tabloları gibi psikiyatrik tablolar yanında, özellikle B vitamini başta olmak üzere vitamin eksiklikleri, aşırı kilo alımı, kan yağlarında artış, şeker ve kolestrol sorunları, kan basıncı artışı, kalp-damar sistemi sorunları, karaciğer işlev bozukluğu, yağlanması, yetmezliği ve ölüme neden olabilen siroz tablosu da izlenebilir

    Bağımlılık toplumda en sık alkol bağımlılığı olarak gözlense de birçok maddeye de bağımlılık gözlenmektedir. Bunlar afyon ve türevleri olan opioidler (morfin vb), kannabis ailesinden kenevir (esrar), uyarıcılar (kokain, amfetamin, metamfetamin vb.), halusinojenler (LSD,Ekstazi, Fensiklidin, Ketamin vb), uçucular (yapıştırıcılar, nitröz oksit vb.), sentetik kannabionoide fare zehiri vb, bir çok tehlikeli madde eklenerek yapılan (Bonzai) gibi çok çeşitli maddeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra azımsanmayacak düzeyde sakinleştirici (sedatif), uyku verici (hipnotik) ve sıkıntı giderici (anksiyolitik) etkileri olan (benzodiazepin, barbiturat vb.) maddelere de bağımlılık gözlenmektedir. Kafein ve tütünle ilgili bağımlılık ile ağrı kesicilerin bağımlılığı da toplumda oldukça yaygındır.

    Bağımlılık birçok kişide, birden çok maddenin bir arada kullanıldığı bir bağımlılık görüntüsünde karşımıza çıkmaktadır.

    Alkol ve Madde Bağımlılığının Tedavisi

    Bağımlılıkta tedavi, öncelikle kişinin bunun bir hastalık olduğunu kabullenip, bırakmaya kendisinin karar vermesiyle başlayabilir (kişinin kendisi kesin bırakma kararı vermeden yakınları çok istese de tedavi edilemez). Zira bugün için bağımlılık sorununu tamamen ortadan kaldırabilecek tıbbi bir madde ya da ilaç yoktur. Elimizdeki ilaçlar bu konuda ancak yardımcı olabilmektedir. Tedavide kullanılan maddenin alımının ortadan kaldırılması ilk hedeftir. Maddenin kullanımının tıbbi gözetim altında kesilmesinin ardından oluşacak (her maddeye özgü farklılıklar gösteren) yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırabilecek ilaçlar kullanılır. Bu süreçte maddenin kişideki biyolojik etkilerinin yerine geçen daha güvenli kimyasal ajanlar ya da maddenin yoksunluk etkilerinin fiziksel ve ruhsal belirtilerini ortadan kaldırabilen ilaçlar kullanılır. Daha sonra kişinin maddeyi arama davranışını azaltabilen ya da engelleyebilen psikiyatrik ilaç tedavileri de bağımlılık tedavisinde etkili olmaktadır.

    Alkolün ya da maddenin kandan temizlenmesi ve yoksunluk belirtilerinin giderilmesinin ardından (detoksifikasyon süreci) süreç; ilaç tedavileri, psikoterapötik yaklaşımlar, psikoeğitim, bireysel ve aileye yönelik hedef belirleyici bilgilendirmeler, motivasyon güçlendirici çalışmalar, grup terapileri ya da bağımlılıkla mücadele eden (adsız alkolikler vb.) sosyal toplum kuruluşlarının destek toplantılarına katılımının sağlanması ve kendine yardım programlarının belirlenmesi ile sürdürülür. Bağımlılık tedavisi ile tam iyileşme oranı tüm dünyada düşük düzeydedir. Kişinin “ben bunu bırakamam” endişesi ya da “ya bırakmaya kalkarsam ama başarılı olamazsam çevrenin olumsuz tepkileri olabilir” şeklindeki korkuları, “ bu konuda kendini güçsüz hissetmesi” vb. etkenler tedavi arayışını engeller. Çoğu kişi bu nedenle ancak tehlikeli durumlara düştükten sonra tedavi arayışına girmektedir.

    Sonuç olarak; Bağımlılığı bir hastalık olarak kabul edip savaşmak, bu maddeler bizden güçlü gibi görünse de, aslında bizden güçlü olmadıklarının bilincinde olmak, mücadele gücümüzü kullanmak, mümkün olduğu sürece bunlara elimizi sürmemek (zira yıllarca bırakılmış olan alkol ya da bir maddenin günün birinde çok ufak bir miktarda alınması bile, beyinde bağımlılıkla ilgili oluşmuş sistemi uyarıp hastalığı yeniden başlatabilmektedir), verilen tedavileri düzenli olarak kullanmak, arada bunları tekrar kullanma durumu ortaya çıkarsa da suçluluk yaşamak yerine (bu tedaviyi bir spor müsabakasına benzetirsek, kendimizi 1 gol yemiş olarak kabul edip, maçı kazanabilmek amacıyla) mücadeleyi tekrar başlatıp sürdürmek ve bunları diğer bedensel hastalıklarda da izlenen bir “nüks” gibi görmek ve ayık kalma sürdürüldüğü takdirde yaşamın tüm alanlarında eskisi gibi bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı bir birey olarak yaşamak mümkündür. Bağımlılıkta tedavi, aslında biyopsikososyal yönden sürekli alkol ya da madde alması, almadığı zaman bunları kullanma isteği duyması ve bunları kullanmaktan zarar gördüğü halde, bu konudaki isteğini ve kullanmayı kontrol edemeyip durduramamasıyla seyreden bir bozukluktur. Bağımlılık neden olduğu yaşamsal, sosyal, tıbbi, adli ve ekonomik olumsuz sonuçlar nedeniyle, bir halk sağlığı sorunudur. Kişi bu maddeyi sağlayabilmek için iş, ev ya da toplumsal yaşamdaki günlük aktivite ve sorumluluklarını bile yerine getiremez hale gelir. Hatta bu amaçla hırsızlık, soygun yapanlara, bedenlerini para karşılığı kullandıranlara bile rastlanır. Kişi tıbbi sorunlar, kazalar, adli sorunlar yaşamasına, ev, iş ve toplumsal alanda olumsuzlar yaşamasına hatta bunlardan çok önemli zararlar görmesine rağmen, tüm yaşamı bu madde etrafında dönüp durmaya devam eder. Artık onun için yaşam amacı, sadece bu maddeye ulaşmaktır. Ancak bu olumsuzluklara ve de yakınlarından ya da çevredekilerden gelen tüm uyarılara rağmen kişi maddeyi kullanmayı sürdürür. Alınan alkol ya da madde miktarı bir müddet sonra yetmemeye başlar (çünkü kullanılan miktara karşı beyinde fiziksel bir tolerans gelişir). Bu nedenle kişinin aynı hazzı alabilmek için zaman içinde aldığı miktarı gitgide artırmaya başladığı izlenir. Örneğin; başlarda bir duble alırken, zaman içinde 3-4 dubleye, sonunda 1-2 şişeye çıkabilir. Miktar arttıkça da yaşanan olumsuz olaylar ve bedensel yıkımlar da aynı oranda artar. Daha ileri dönemlerde; Bu maddelerin alışılandan aşırı alınması ya da bu kullanıma eklenen grip vb. herhangi bir hastalık ya da bu maddelerin etkisini artıran bazı yeşil reçeteli ilaçlarında birlikte kullanılması durumlarında ya da maddelerin kullanımının tıbbi bir yardım almaksızın birden kesilmesiyle ortaya çıkan “yoksunluk” durumlarında; El, kol, bacak ve gövde de titreme, terleme, uykusuzluk, bulantı- kusma, çeşitli ağrılar, kan basıncı değişiklikleri, konuşmada zorluk vb. bedensel ya da bilinç bulanıklığı, hayal görme, korku, şüphe hezeyanları, yaptığı şeyleri hatırlayamama (örneğin; evine nasıl geldiğini ya da o sırada nerede, kimlerle neler yaptığını hatırlayamama gibi), çoğu kere gereksiz ve anlamsız ve saçma sapan konuşmalar hatta küfürler, vurup, kırma, yaralama gibi saldırgan agresif davranışlar, kontrolsuz cinsel davranışlar, gereksiz mekanlarda uyuyup kalma, belirtiler ortaya çıkar. Yoksunlukta ayaktan ya da yatarak gerekli acil tıbbi müdahale yapılmadığında ölüm izlenen olgular bile görüldüğünden, yüksek miktarda madde ya da alkol kullananların bunları bir psikiyatrist gözetiminde ayaktan ya da bir klinikte yatarak bırakması uygun olacaktır. Tam bir bağımlılıkta kişinin kendi başına bırakma konusundaki girişimleri de çoğunlukla başarısız olmaktadır.

    Dipsomani; Özel bir alkol bağımlılığı tipidir. Bu kişiler nöbete benzer şekilde 3-4 gün süreyle durmaksızın içer, sonra yeni benzer bir dönem gelinceye kadar uzun bir süre alkol almazlar.

    Bağımlılık; Psikolojik, gelişimsel, kültürel, toplumsal etkenler yanında, özellikle kalıtımsal ve biyolojik yatkınlığın da rol oynadığı bir beyin hastalığıdır. Bu nedenle (her alkol alan alkol bağımlısı olmadığı gibi) 1. ve 2. derece akrabalarında benzer bağımlılık durumları olanlarda, bu kalıtımsal biyolojik yatkınlık nedeniyle bağımlılık oluşma şansı daha fazladır. Nitekim bağımlıların çoğunluğu geldikleri ailelerde bu maddeleri çok kullananlardan ya da bağımlı kişilerden söz etmektedir. Kişinin bunları kullanımı devam ettikçe, beyinde bağımlılığı pekiştiren yeni reseptörler ve hücresel bağlantılar da oluşmakta ve bu durum bağımlılığın oluşumuna katkı sağlamaktadır. Alkol ya da maddenin keyif verici etkileri de (beynin, o madde alındığında salgılanan ve kişinin zevk duymasına aracılık eden “dopamin” denen monoaminin artışıyla zevk duyduğunu öğrenmesi nedeniyle) pozitif bir pekiştireç olarak bağımlılık gelişmesine katkıda bulunacaktır.

    Bağımlılıkta rolü olan gelişimsel ve çevresel etkenler;

    *Çocukluk döneminde kişilik yapısında dürtüsel (dürtülerin kontrolsuz biçimde ortaya çıkıp davranışa yönelmesi) ve agresif (saldıgan) özelliklerin olması
    *Ergenlik yaş grubunda olmak
    *Arkadaş grubunda madde kullanımının geçerli bir norm olması nedeniyle, gencin o grup içinde kalabilmek ve arkadaşlarınca dışlanmamak için bu maddeleri kullanması ya da arkadaşların maddeleri sağlama, gence model olma, alkol ya da madde kullanımına karşı gencin tavrını değiştirmede olumsuz rol oynamaları
    *Ebeveynin ergen üzerindeki kontrolünün yetersizliği ya da yokluğu
    *Sosyal ilişki ve beceri eksikliği ya da yokluğu
    *Alt/düşük sosyoekonomik bir çevrede yaşamını sürdürüyor olmak
    *Çevrede, yakınlarında, ebeveynde bağımlı kişilerin varlığı (rol model alma, kalıtımsal yatkınlık) *Sosyal fobi, panik bozukluğu depresyon, şizofreni gibi hastalıkların varlığında alkol ya da maddenin psikiyatrik sorunlar için bir “ilaç” gibi kullanılması
    *Toplumda alkol/madde kullanımını özendirici yayınlar (reklamlar, filmler, müzikler vb)
    *Alkol ve maddeye ulaşımın kolay olması.

    Tanı koyma; Her ne kadar özellikle ilk başlarda kişiler bağımlı olduklarını ya da bu maddeleri kötüye kullandıklarını kabul etmeselerde ya da “ben istediğim an durdurabilim” vb. inkar düzeneği kullansalar da, bunların kullanılmasına bağlı olarak ortaya çıkan, hem kişinin hem de çevrenin sorunlar yaşamasına neden olabilen tüm olumsuz sonuçlara rağmen alkol ya da madde kullanımının sürdürülmesi, ağıza sürüldüğünde durdurmada zorlanılması, alınan miktarın zaman içinde git gide artırılması ve bunlar kesildiğinde kişide hafiften (uykusuzluk, el titremesi vb.), ağıra (titeremekten normal konuşamama, şaşkınlık, hayal görme vb) çeşitli düzeyde yoksunluk belitilerinin izlenmesi bağımlılık tanısını destekler.

    Bağımlılığın gidişi; Bunların kullanımı sürdürülüp kronikleştikçe, beyin yapı ve işlevlerinde oluşan bozulmalar da gitgide kalıcı olmaya başlar. Yaptıklarını hatırlayamama, şüphecilik ya da paranoid düşüncelerle giden alkol paranoyası (örn; eşinden şüphelenme gibi yargılama bozukluğu), algı bozuklukları sonucu halüsinasyonların ortaya çıkması (özellikle görsel, işitsel ve dokunsal), bellek ve yönelim bozukluklarıyla sereden tedavi edilebilen ya da kalıcı olabilen bunama (demans) tabloları gibi psikiyatrik tablolar yanında, özellikle B vitamini başta olmak üzere vitamin eksiklikleri, aşırı kilo alımı, kan yağlarında artış, şeker ve kolestrol sorunları, kan basıncı artışı, kalp-damar sistemi sorunları, karaciğer işlev bozukluğu, yağlanması, yetmezliği ve ölüme neden olabilen siroz tablosu da izlenebilir

    Bağımlılık toplumda en sık alkol bağımlılığı olarak gözlense de birçok maddeye de bağımlılık gözlenmektedir. Bunlar afyon ve türevleri olan opioidler (morfin vb), kannabis ailesinden kenevir (esrar), uyarıcılar (kokain, amfetamin, metamfetamin vb.), halusinojenler (LSD,Ekstazi, Fensiklidin, Ketamin vb), uçucular (yapıştırıcılar, nitröz oksit vb.), sentetik kannabionoide fare zehiri vb, bir çok tehlikeli madde eklenerek yapılan (Bonzai) gibi çok çeşitli maddeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra azımsanmayacak düzeyde sakinleştirici (sedatif), uyku verici (hipnotik) ve sıkıntı giderici (anksiyolitik) etkileri olan (benzodiazepin, barbiturat vb.) maddelere de bağımlılık gözlenmektedir. Kafein ve tütünle ilgili bağımlılık ile ağrı kesicilerin bağımlılığı da toplumda oldukça yaygındır.

    Bağımlılık birçok kişide, birden çok maddenin bir arada kullanıldığı bir bağımlılık görüntüsünde karşımıza çıkmaktadır.

    Alkol ve Madde Bağımlılığının Tedavisi

    Bağımlılıkta tedavi, öncelikle kişinin bunun bir hastalık olduğunu kabullenip, bırakmaya kendisinin karar vermesiyle başlayabilir (kişinin kendisi kesin bırakma kararı vermeden yakınları çok istese de tedavi edilemez). Zira bugün için bağımlılık sorununu tamamen ortadan kaldırabilecek tıbbi bir madde ya da ilaç yoktur. Elimizdeki ilaçlar bu konuda ancak yardımcı olabilmektedir. Tedavide kullanılan maddenin alımının ortadan kaldırılması ilk hedeftir. Maddenin kullanımının tıbbi gözetim altında kesilmesinin ardından oluşacak (her maddeye özgü farklılıklar gösteren) yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırabilecek ilaçlar kullanılır. Bu süreçte maddenin kişideki biyolojik etkilerinin yerine geçen daha güvenli kimyasal ajanlar ya da maddenin yoksunluk etkilerinin fiziksel ve ruhsal belirtilerini ortadan kaldırabilen ilaçlar kullanılır. Daha sonra kişinin maddeyi arama davranışını azaltabilen ya da engelleyebilen psikiyatrik ilaç tedavileri de bağımlılık tedavisinde etkili olmaktadır.

    Alkolün ya da maddenin kandan temizlenmesi ve yoksunluk belirtilerinin giderilmesinin ardından (detoksifikasyon süreci) süreç; ilaç tedavileri, psikoterapötik yaklaşımlar, psikoeğitim, bireysel ve aileye yönelik hedef belirleyici bilgilendirmeler, motivasyon güçlendirici çalışmalar, grup terapileri ya da bağımlılıkla mücadele eden (adsız alkolikler vb.) sosyal toplum kuruluşlarının destek toplantılarına katılımının sağlanması ve kendine yardım programlarının belirlenmesi ile sürdürülür. Bağımlılık tedavisi ile tam iyileşme oranı tüm dünyada düşük düzeydedir. Kişinin “ben bunu bırakamam” endişesi ya da “ya bırakmaya kalkarsam ama başarılı olamazsam çevrenin olumsuz tepkileri olabilir” şeklindeki korkuları, “ bu konuda kendini güçsüz hissetmesi” vb. etkenler tedavi arayışını engeller. Çoğu kişi bu nedenle ancak tehlikeli durumlara düştükten sonra tedavi arayışına girmektedir.

    Sonuç olarak; Bağımlılığı bir hastalık olarak kabul edip savaşmak, bu maddeler bizden güçlü gibi görünse de, aslında bizden güçlü olmadıklarının bilincinde olmak, mücadele gücümüzü kullanmak, mümkün olduğu sürece bunlara elimizi sürmemek (zira yıllarca bırakılmış olan alkol ya da bir maddenin günün birinde çok ufak bir miktarda alınması bile, beyinde bağımlılıkla ilgili oluşmuş sistemi uyarıp hastalığı yeniden başlatabilmektedir), verilen tedavileri düzenli olarak kullanmak, arada bunları tekrar kullanma durumu ortaya çıkarsa da suçluluk yaşamak yerine (bu tedaviyi bir spor müsabakasına benzetirsek, kendimizi 1 gol yemiş olarak kabul edip, maçı kazanabilmek amacıyla) mücadeleyi tekrar başlatıp sürdürmek ve bunları diğer bedensel hastalıklarda da izlenen bir “nüks” gibi görmek ve ayık kalma sürdürüldüğü takdirde yaşamın tüm alanlarında eskisi gibi bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı bir birey olarak yaşamak mümkündür. Bağımlılıkta tedavi, aslında biyopsikososyal yönden sürekli devam eden bir süreçtir.

  • YAPIM AŞAMASINDADIR

  • YAPIM AŞAMASINDADIR


  • Üç temel özelliği bulunur.
    I. Aşırı hareketlilik ve dürtüsel davranışlar: Bu çocuklar yürümez koşarlar.

    Sessiz olunması gereken yerlerde yaramaz ve gürültücüdürler, sabırsızdırlar, çok soru sorar ancak yanıtı dinlemekte zorlanırlar. Dürtüsellikleri nedeniyle arkadaşlarına karşı şiddet uygulayabilir, kavga eder, yaralanabilir ya da karşısındakini yaralayabilirler. “Duvara tırmanan” çocuklardır. Hocalarında ailelere sık şikayet gelir. Sınıfta sürekli dolaşır, çeşitli bahanelerle dışarı çıkmak ister, başkalarının sözünü keser, olaylara çok tepki verdiklerinden haklıyken haksız duruma düşerler.

    II. Dikkatin toplanmasında güçlük: Bu nedenle zeka ile ilgili bir sorunları olmadığı halde, okulda başarısızlık gösterirler. Ev ödevlerine karşı isteksizdirler. Dikkatsizlikten ödev ve derslerde de sık hatalar yaparlar. Kişisel eşyalarını kaybederler. Dikkatleri kolay dağılabildiğinden dersi takip etmede güçlük yaşarlar, ders sırasında diğer öğrencilerle konuşabilir ya da sınıfta dolaşabilirler.

    III. Dürtüsellik: Engellenmeye karşı tahammülsüzlük gösterip, agresif davranışlar ya da taşkınlıklar gösterebilir.

    KLİNİK GÖRÜNÜMÜ Okul öncesi dönemde 3 yaş civarında ortaya çıkar. Bu dönemde tanı için en önemli veriler anne-baba ve kreş öğretmeninden alınan öykü ve klinik gözlemdir. Okul öncesi dönemde aşırı hareketlilik en bariz ve en sıkıntı yaratıcı belirtidir. Sessiz olması gereken yerlerde huzursuz, yaramaz ve gürültücü oldukları gözlenir. Uzun süre oyun ve etkinlik sürdürememekte ve çabuk sıkılmaktadırlar. Grup oyunlarında uyumlu ve başarılı değildirler. Çok konuşma, sabırsızlık, çok soru sormasına rağmen yanıtı dinlemekte güçlük çekmeleri dikkat çeker. Fizik hareketlilik yaralanma ve travma öyküsü ile kendini gösterebilir. Dürtüsellikleri nedeniyle diğer çocuklara fiziksel ve sözel şiddet uygulayabildikleri gözlenebilir.

    Okul yaş dönemi klinik özelliklerin net olarak fark edildiği yaş dönemidir. Tanı genellikle bu dönemde konmaktadır. Dikkat eksikliği ön planda olan çocuklar dikkat gerektiren ev ödevleri gibi görevlere karşı isteksiz, devamlı dikkat dağınıklığı nedeniyle ödevlerini çok uzun zamanda yapan, kişisel eşyalarını sık kaybeden, basit ve dikkatsizce hatalar yapan ve kendileriyle konuşulduğunda dinlemiyor gibi gözlenebilen çocuklardır. Okul başarılarının kapasitelerine oranla daha düşük olduğu dikkati çeker. Hiperaktivitenin ön planda olduğu çocuklarda ise sınıfta yerinden kalkma, gezinme, ders sırasında çok konuşma gibi belirtiler gözlenmektedir. Konuşma ve fiziksel temasla diğer arkadaşlarının dersi takip etmesini olumsuz etkilemektedirler. Dürtüsellik ise başkalarının sözünü kesme, sıra bekleyememe, kolay tartışmaya girme ya da olaylara gereğinden fazla tepki verme şeklinde gözlenebilir.

    Ergenlik: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocukların %80’i ergenlikte de bu bozukluğun belirtilerini gösterirler. Bu dönemde motor aşırı hareketlilik belirgin derecede azalırken dikkat bozukluğu ve dürtüsellik ön planda gözlenir. Ders çalışmama, ev ödevlerini yapmama, başladığı işi zamanında bitirmede güçlük, işlerini iyi organize edememe, basit ve dikkatsiz hatalar yapma, eşya kaybetme ve unutkanlık sık gözlenir. Hiperaktivite olarak adlandırılan aşırı motor hareketlilik ise bu dönemde yerini gerginlik, sinirlilik ve içsel bir huzursuzluğa bırakır. Dürtüsellik sonucunda fiziksel tehlikeli aktivitelere girişme, kolay ve hızlı karar verme, çabuk öfkelenme, sırasını bekleyememe, yüksek riskli cinsel davranışlar, izinsiz ve tehlikeli araba kullanma ya da alkol madde kötüye kullanımı gözlenebilmektedir.

    Erişkinlikte DEHB belirtileri %30-70 gibi bir oranda devamlılık gösterdiği düşünülmekle birlikte bu dönemde tanı nispeten daha zor konmaktadır. İç huzursuzluğu, sabit oturamama, bulunduğu yerde sık tekrarlanan el kol hareket değişimleri erişkinlerde sık gözlenir. Dikkatleri kolay dağılmakta ve dikkat gerektiren işlerde dikkati sürdürmede zorluk tariflenir. Plan yapma, işleri düzenleme ve başlanılan işleri bitirmede zorlandıkları dikkati çeker. Erişkin döneminde dürtüsellik öfke kontrolsüzlüğü, gereksiz ve düşünmeden para harcama, uygunsuz seçici olmayan cinsel ilişkiler, alkol ve maddeyi kötüye kullanma şeklinde gözlenebilmektedir. Bu dönemde evlilik sorunları, sık iş değiştirme ve olumsuz sosyal ilişkiler de mevcuttur. Unutkanlık, konsantrasyon ve planlama güçlüğü mesleki üretkenliklerini de bozmaktadır.

    OLUŞ NEDENİ
    Kesin olarak belirli bir neden gösterilmemiştir. Genetik, çevresel ve psikososyal etkenlerin neden olduğu, tek bir klinik bozukluktan öte, bir grup çekirdek belirtiyi paylaşan bir sendrom olarak kabul edilmektedir. Ailede mevcut olan Bir ailede mevcut olan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğunun diğer aile bireylerinde de bu durumun gözlenme şansını 2 ila 8 kat artırdığı öne sürülmektedir.

    TANI KONMASI
    Tanı koyma araçları başta aile ve çocuk değerlendirmeleri, öğretmen değerlendirmeleri, klinik gözlem, fizik ve nörolojik muayene ve davranış değerlendirme ölçekleridir. Dikkatle ilişkili performans, işleyen bellek, dürtü kontrolü gibi yürütücü işlevleri ölçen nöropsikolojik testler ise kesin tanının konmasında katkısı olan önemli araçlar olarak kullanılmaktadır.

    TEDAVİ
    Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı konulan çocuk ve ergenlerde birincil tedavi seçeneği ilaç tedavisidir (farmakolojik tedavi). Bu konuda beyindeki biyolojik düzensizliği tedavi ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar hekim nezaret ve takibinde ve de gerekli zamanlarda gerekli doz ayarlamaları yapılarak kullanılması gereken ilaçlardır. İlaç tedavisi ile birlikte hasta ve aileye bu konuda eğitim verilmesi ve bilişsel-davranışçı yaklaşımların tedaviye eklenmesi de yararlı olabilir. Erişkinde ise ilaçlar, bu bozukluğun kişinin yaşantısının hangi sürecinde sorun oluşturduğunun tespitinin ardından gerekliyse kullanılmalıdır.

    Tedaviyle ilgili önemli olan hususlar; tanının tam olarak konması (sınıfta ders dinlemeyip dolaşan her çocuk DEHB değildir), gereksiz olgularda kullanılmaması, ancak gerçek bir DEHB varsa tedavinin mutlaka uygulanması gerekliliğidir. Zira tedavi edilmeyenlerde ileriki yaşam döneminde; Akademik başarısızlık, aile içi ve iş yeri sorunları, sık sık okul ya da iş değiştirme, davranış bozuklukları, kavga vs sonucu adli sorunlar, psikiyatrik yönden alkol ve madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı ve de bipolar affektif bozukluk gibi tabloların izlenme şansı yüksek olmaktadır.
  • YAPIM AŞAMASINDADIR

  • İnsan ömrünün üçte biri uykuda geçmektedir. Ancak insan beyni uykuda da faaliyetini sürdürmekte olup, gündüz yaşadıklarımızın belleğe kayıt edilmesi, bazı hormonların salgılanması vb. durumlar uykuda gerçekleşir. Bu nedenle dünyayı tanımakta olan ve her gün büyüyüp yeni şeyler öğrenen bebek ve çocuklar daha çok uyurlar. Yine bedenimizin ertesi güne dinç kalacak bir şekilde hazırlanması da, hem uykuda dinlenme, hem de gece saat 23.00 ile 03.00 saatleri arasında salgılanan ve “büyüme hormonu” denen bir hormon sayesinde olmaktadır. Bu nedenle bu saatleri kapsamayan uyku, daha uzun bir süre uyunsa da, sağlıklı olmayacaktır. İnsanlar her gece “hafif uyku+derin uyku+ rüya görülen uyku dönemlerinden (REM) oluşan” ve her biri ortalama 60-90 dakika süren “uyku periyodları” yaşarlar. Bir gecede 4-5 defa bu dönemleri kapsayan uyku periyodları yaşanır. Eğer alışılmış uyku saati kaçırılmış ise, bir sonraki uyku periyodunu yakalamak için aradan 60-90 dakika geçmesi gerektiği bilinip, “uyuyamıyorum” diye telaşlanmamalıdır. Sabaha doğru rüya dönemlerinin süresi uzamaya başlar. Ertesi gün hatırlayabildiğimiz rüyalar da, çoğunlukla sabaha doğru gördüğümüz bu rüyalardır.

    Uyku süresi kişiden kişiye değişir. Küçük uykucu insanlar (Örn; Yönetici yapısında olanlar, M. Kemal Atatürk, Napolyon vb.) 4-5 saat uykuyla ertesi gün kendilerini dinlenmiş hissederken, büyük uykucular (Yazarlar, şairler vb.) ancak 8-10 saat uyuduklarında dinç ve dinlenmiş olarak kalkabilirler. Bu nedenle önemli olan uykunun süresi değil, şu anki uyku biçimimizle ertesi gün kendimizi nasıl hissettiğimiz ve de şimdiki uykumuzda daha önceki uyku biçimimize göre bir farklılık olup olmadığıdır (Örn; uykunun alışılmıştan daha azalmış ya da artmış olması gibi). Bazı kişiler de (yaşlılarda daha fazla olarak) uykularını yanlış değerlendirir, gerçekte uyudukları halde, bunu kabullenmez ve uyumadıklarını iddia ederler. Bu durumda tanı koymak için beraber yaşadığı kişilerin de bilgisine baş vurmak gerekir. Sağlıklı kişilerde de, yaş ilerledikçe uyku da azalmaya başlar. (sabah kaktığınızda gözünüz yatakta kalıyorsa gençsiniz demektir!).

    NORMAL UYKUYU BOZAN NEDENLER
    • Gündüz aşırı aktif çalışma ya da yaşanan güncel çatışma ve sorunlar, gece kişide uyanıklık döneminin (uyanıklık şemsiyesinin) sönüp, uyku döneminin ( uyku şemsiyesinin) açılıp işleve geçmesini engelleyebilir.
    • Uykudan önce aşırı fiziksel aktivasyonda (aşırı spor vs) ya da aşırı zihinsel aktivasyonda (sorun çözme, bilgisayarla çalışma vb gibi) uykuya dalmayı zorlaştırabilir.
    • Uyunan ortamda gürültü, aşırı ısı, aşırı soğuk ya da ışık vs. olması.
    • Farklı bir ortamda uyuma (otel vb).
    • Alışılmış uyku saatinden değişik saatlerde (düzensiz) uyumaya çalışmak.
    • Uyku kaçırabilen maddelerin alınması (örn;kahve, çay, kola, uyarıcı etkisi de olan ilaçların kullanımı vb).
    • Kişilik özelliği; Örn; mükemmeliyetçi, tertipli, düzenli, aşırı detaycı ve herşeyi kontrol altında tutmak isteyen kişilik (obsesif kişilik yapısı) özelliğine sahip olanlarda; uykunun da kontrol edilmeye çalışılması ve “ya bu gece de uyuyamazsam” endişesinin yaşanması ya da gündüz yaşanan olumsuzlukların uyku öncesi tekrar tekrar önlenemez biçimde düşünülmesi vb.

    nedenler, uykuya dalmayı zorlaştırır.

    UYKUYU BOZAN PSİKİYATRİK NEDENLER
    • İç sıkıntısı, kaygı ve gerginlik (anksiyete) durumları ya da olumsuz yaşam olaylarıyla ilgili (demoralizasyon) durumlarda uykuya dalmak zorlaşır. Bazı kişilerde ise tersine, stresli durumlarda uykuya kaçış görülebilir. Bunlar uyuyarak stresli duruma yanıt verirler. *Önemli yaşamla ilgili travmaları takip eden (travma sonrası stres bozukluğu) durumlarında; “yaşanan travmayı anm satan korkulu rüyaları görmeyi istememe” şeklindeki (bilinç dışı) bir duyguyla uykuya dalmak zorlaşır.
    • Takıntı hastalığında (obsesif bozukluk); Kişi yatağa yattığında aklına gelen günlük yaşamla ilgili günlük olağan ya da olumsuz düşüncelerle uğraşıp durma nedeniyle uykuya dalamaz (Örn; Şunu niye söyledim, niye şu cevabı vermedim, şunu söylemem acaba onu kırmış mıdır? vb. gibi).
    • Panik bozukluğunda; Kişi uyku sırasında sağlığıyla ilgili kontrol edemediği kötü bir şey olabileceği ya da panik atak yaşayabileceği duygusuyla uykuya dalmada zorlanır.
    • Depresyonda; Uykuya dalmada zorluk, gece uykuda sık sık uyanma ya da sabah 4-5 sularında sanki düğmeye basılmış gibi aniden ve sıkıntılı biçimde uyanma (küçük bir grup hastada ise tersine tersine 10-12 saat gibi fazla uyuma) izlenir.
    • Bipolar hastalığın manik dönemlarinde; Aşırı hareketlilik nedeniyle uykuya dalamama ya da alışılmışın dışında 2-4 saatlik kısa bir uykuyla, çok enerjik bir şekilde uyanma ve davranışlarda hareketlilik izlenir.
    • Şizofreninin alevlenme dönemlerinde; çoğunlukla şüphe hezeyanlarına bağlı olarak “kendisine uykuda bir kötülük yapılabileceği vb” korku ve şüphe duygularının da eşlik edebildiği uykusuzluk izlenir. Kronik şizofrenili hastaların bazılarında ise; insanlarla iletişim kurmadaki isteksizlik nedeniyle, bir kaçış olarak diğerlerinin uyuduğu saatlerde uyumama, onların uyanık olduğu saatlerde ise tersine uyuma görülür. Yani bu hastalar geceleri uyumaz, gündüzleri uyurlar
    • Bunamalarda (demans); Hastalar akşama doğru daha huzursuzdurlar (gün batımı sendromu) ve geceleri uykuya dalamazlar. Yine gündüz uyuklamaları da gece uykuya dalmayı zorlaştırdığından, hastaların gündüz uyuması engellenmelidir.

    Tüm bu uykusuzluk durumları, sadece uyku verici ilaç kullanarak çözülemez. Zira uyku ilaçları çok gerekli bir durum varsa ve hekim tarafından önerilen kısa sürede alınabilir, uzun süreli kullanılmaz. Zira 3-4 haftadan sonra etkileri azalacağından dozlarını artırmak gerekir ve bu tutum da ilaç bağımlılığına yol açar. Yapılması gereken uyku sorununa neden olan temeldeki nedenlerin ortadan kaldırılması ve gerekli tedavilerin uygulanmasıdır. Ancak bu yaklaşımla uyku sorunları tedavi edilebilir.

    ÖZEL UYKU SORUNLARI
    • Uykuda konuşma; Hastalık değildir, mırıldanma, konuşma izlenir. Sorulanlara kişi cevap veremez. Tedavi gerektirmez.
    • Uykuda diş gıcırdatma; Bir hastalık değil, bir uyku bozukluğudur. Stresler artırabilir. Stres azaltıcı teknikler (stres yönetimi) ya da bazı psikiyatrik ilaçlar uygulanmaktaysa da sonuçları fazla olumlu değildir. Ancak diş minesinin yıpranmasını önlemek için, yatarken diş hekimince hazırlanacak koruyucunun kullanılması gerekir.
    • Uykuda yürüme (uyurgezerlik); Ergenlik öncesi daha sık izlenen, ailesel yatkınlığın rolü olan ve uykuda konuşma vb. gibi belirtilerle birlikte de izlenebilen uyku bozukluğudur. Kişi anlamsız biçimde yatakta oturur, eşyalarla oynayabilir ya da amaçsız biçimde evin içinde dolaşabilir. Kısa konuşmalar, bazen telefonla konuşmaya çalışması vb. davranışlar izlenebilir. Kapı ya da pencereden çıkabilir. Uyaranlara cevap vermez, kolay kolay uyandırılamaz.
    Tedavide; hasta ve yakınları bilgilendirilir, hastanın zarar görmemesi için yatak odasında gerekli tedbirler alınır (pencereye kilit koyma vb gibi). Ciddi ve zarar görme olasılığı olan kişilerde ilaç tedavisi uygulanır.

    • Kabus bozukluğu: Daha çok çocuklarda izlenen ve 15 yaş civarında genellikle kaybolan durumlardır. Gecenin ikinci yarısında birden korku ve panik halinde uyanılır. Çocuğun bilinci o an yerindedir ve sorulduğunda gördüğü korkunç rüyalardan söz eder.

    Tedavi: Çocuk ve ailesine bunun zamanla geçecek bir durum olduğu anlatılıp güvence verilir. Genel olarak tedavi gerekmez. Ancak bu durumlar kişinin yaşamını bozacak derecede yoğun isr ilaç tedavisi uygulanabilir. Uyku terörü (Uykuda korku bozukluğu: 3-5 yaşlarda başlar, genellikle ergenlik döneminde azalır, 1/100 oranında yetişkinlikte sürebilir. Gecenin ilk 1/3’lük bölümünde ve genellikle uykuda yürümeyle birlikte görülür. Kişi yoğun bir korku, çığlık atma, çarpıntı, terleme, hızlı nefes alma, üstündekileri çıkarma gibi belirtilerle yatakta oturur haldedir. Yataktan kaçmaya kalkabilir ve de yatıştırılması zordur. Bilinci yerinde değildir, 10-15 dakika içinde tekrar uykuya dalar ve sabah uyandığında bu nöbetleri hatırlamaz.

    Tedavi: kişi ve ailesine bunun tedavisiz de geçebilen ve korkulmaması gereken bir durum olduğu konusunda teminat verilir. Düşüp yaralanmaması için oda içinde gerekli tedbirler alınır. Özellikle bu duruma olumsuz etki edebilecek olumsuz yaşam olayları ya da stresler hekim- hasta ilişkisinde psikoterapötik yönden ele alınır. Ciddi ve hastanın yaşamını bozan durumlarda, bu nöbetleri önleyici ilaç tedavisi uygulanabilir.

    Gece işemesi (enürezis): Bebekte mesane kontrolu gelişmemiştir. 5-6 yaştaki çocukların % 17’sinde görülür. Bazı yazarlar 5 yaşına kadar olanları hastalık olarak kabul etmez. Ancak süregitmesi hem çocuklarda, hem de yetişkinlerde utanma, kendine güvende azalma, içe kapanıklık vb. olumsuz durumlara neden olur. Oluşumunda; idrar torbası (mesane) kapasitesinin yapısal olarak küçük olması gibi biyolojik kusurlar yanında, özellikle çocuklarda ev ya da okulda yaşanan olumsuz durumlar, stresler, yeni bir kardeş gelmesi durumu vb. psikolojik durumlar da rol oynar.

    Tedavi: Önce bu durumun nedeni tespit edilir (psikolojik ya da yapısal) sonra nedene göre tedavi yapılır. Psikolojik ise psikoterapötik yaklaşım, davranışcı yöntemler, koşullandırma yöntemi uygulanır. Eğer neden yapısal ise ilaç tedavisi uygulanır. Bazen de bu yaklaşımlar birlikte de uygulanabilir.

    Rüya uykusu sırasında izlenen davranış bozuklukları: Bu kişiler gördükleri korkulu rüyaların içeriğine göre (saldırıya uğrama, yırtıcı hayvanların saldırması vb. rüyalar) kendini savunma olarak aşırı hareketlenme, yumruk atma, yanındakinin boğazına sarılma vb. saldırgan davranışlar gösterebilirler. Tedavi; Kendisinin ya da yanında yatan eşinin, çocuğunun vb. zarar görmemesi için, uykunun rüya dönemini bastırıcı ilaçlar kullanılabilir. Uykuda solunumun aralıklarla duraklaması (uyku apnesi); Tüm insanlarda uyku sırasında izlenebilen solunum duraklamalarının 1 saatlik bir zaman diliminde 30’dan fazla gibi çok sayıda ve uzun süreli olmasıyla seyreden durumlardır. Kişinin solunumu önce duraksar, ardından horlama sesi çıkararak tekrar uykuya dağlar ancak kısa bir süre benzer durumlar tekrarlar. Bu nedenle kişiler (gece boyunca hatırlamadıkları sayıda çok kısa süreli ve sık sık uyandıklarından) sağlıklı bir uyku uyuyamaz, ertesi gün uykusuzluk, çalışmada isteksizlik, uyuklamalar, yorgunluk, baş ağrısı gibi bedensel ya da depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları daha çok yaşarlar. Solunum durmaları kalp-akciğer bozukluklarına yol açabilir. Apneleri artıran alkol, yeşil reçeteli uyku ilacı vb. kullanma durumlarında uykuda ölüm bile oluşabilir (Bebeklerde izlenen ve “ Odin laneti” olarak isimlendirilen uykuda ölümler de solunum durmasıyla ilgilidir). Bu nedenle uyku sorunuyla gelen herkese ve birlikte uyuduğu kişilere “geceleri horlama olup olmadığı” sorulmalıdır. Hekime danışmadan uyku ilacı kullanılmamalıdır. Oluşmasında; solunumla ilgili organlardaki sorunlar (örn; burundan ya da ağızdan nefes almayı zorlaştıran burunda eğrilik, büyük bademcikler, aşırı kilo vb. organik durumlar vs) ya da solunum merkeziyle ilgili daha ciddi sorunlar rol oynar. Uyku merkezlerinde yapılacak “uykuda solunum araştırmasıyla” kesin tanı konduktan sonra ya gerekli tedavi girişimlerinde bulunulur; (örneğin; KBB muayenesi, gerekli tıbbi ve cerrahi girişimler gibi) ya da geceleri uyurken takılan ve solunumu düzenleyen aletler kullandırılır. Unutulmaması gereken, apne sorununun, özellikle önemli derecede ise, kişi için hayati bir konu olduğudur.

    Narkolepsi: Nadir görülen bir uyku bozukluğudur. Uykuya dalma anında (kişinin birden uykunun rüya dönemine girmesi sonucu) rüya içeriği ile ile uyanıklığın karışması ve halüsinasyon görme, uykudan uyanma sırasında gözler hariç (sanki vucuduna felç inmiş gibi) hiç bir uzvunu hareket ettirememe (gözlerini oynatınca ya da kendisine dokunulunca bu durum düzelir), gündüzleri monoton durumlarda ya da bir şeye gülme vs. gibi duygusal bir durumda birden vucudun boşalımı ve yere yığılma nöbetleri ve en önemlisi de günlük yaşamda makina ya da araba kullanırken kaza yapıp kendisinin ya da çevredekilerin yaralanmasına hatta ölümüne yol açabilen ve de önüne geçilemeyen “uyuma nöbetleri” yaşanmasıdır. Kesin tanı konduktan sonra, hekim tarafından verilecek ilaç tedavisi uygulanır. Nöbetler yeterince ortadan kalkıncaya kadar, kişiye araç ya da makina kullanmaması önerilir. Klein-Levin sendromu: Çok nadir görülen ve yılda bir ya da daha fazla sayıda izlenen 3-4 gün gibi uzun bir süre aşırı uyuma ve aşırı yeme nöbetleri ile seyreden uyku bozukluğudur. İlaç tedavilerinden yararlanılabilir. Uykuda gelen epilepsi: Uykuda birden çığlık atar gibi korkutucu bir ses çıkarma, kol ve bacaklarda gerilme, kasılma titreme olması, ağızdan köpürerek salya akması, yüzde morarma, soluğun kesiliyor gibi olması, dişlerin kenetlenmesi, gözlerin sabit bir noktaya dikili kalması, yatağa çişini kaçırma vb. belirtilerle seyreden ve genellikle bir kaç dakika süren nöbetler sonrasında kişi tekrar uykuya dalar. Nöbetler beynin elektrik aktivisindeki aniden ortaya çıkan artış ve senkronizasyonla oluşur. Kesin tanı kişiyi gözleme, beynin elektrik aktivitesini gösteren EEG çekimi ile konur. Ailede başka epileptik kişilerin de bulunması gibi kalıtımsal özellikler yanında, beyin ile ilgili organik olaylar da nöbet oluşumunda rol oynar. Örneğin; doğumda bebeğe kordon dolanması, doğumun çok uzun sürmesi ya da kalp-akciğer yetersizliği vb. sorunlarla beynin oksijensiz kalması, aşırı ateşlenme durumu ( febril konvülziyon), zehirlenmeler, kafa travması ya da beyin ameliyatları sonucu oluşan durumlar, zehirlenmeler, tiroid, karaciğer, böbrek gibi büyük organlarla ilgili sorunlar, beyindeki kanama ya da tümörler vb. gibi durumlar. Bunları ayırdetmek için gerekli tetkik ve muayeneler yaptırılır, gerekiyorsa beyin MRI’ı çekilebilir. Özellikle uykuda gelen nöbetlerin çocuklardaki gece terörü vb. durumlarla karıştırılmaması gerekir. Epilepsi tedavisi, gerekli ilaçların hekim kontrolunda kullanılması kaydıyla yüz güldürücüdür.

    UYKU BOZUKLUKLARI İnsan ömrünün üçte biri uykuda geçmektedir. Ancak insan beyni uykuda da faaliyetini sürdürmekte olup, gündüz yaşadıklarımızın belleğe kayıt edilmesi, bazı hormonların salgılanması vb. durumlar uykuda gerçekleşir. Bu nedenle dünyayı tanımakta olan ve her gün büyüyüp yeni şeyler öğrenen bebek ve çocuklar daha çok uyurlar. Yine bedenimizin ertesi güne dinç kalacak bir şekilde hazırlanması da, hem uykuda dinlenme, hem de gece saat 23.00 ile 03.00 saatleri arasında salgılanan ve “büyüme hormonu” denen bir hormon sayesinde olmaktadır. Bu nedenle bu saatleri kapsamayan uyku, daha uzun bir süre uyunsa da, sağlıklı olmayacaktır. İnsanlar her gece “hafif uyku+derin uyku+ rüya görülen uyku dönemlerinden (REM) oluşan” ve her biri ortalama 60-90 dakika süren “uyku periyodları” yaşarlar. Bir gecede 4-5 defa bu dönemleri kapsayan uyku periyodları yaşanır. Eğer alışılmış uyku saati kaçırılmış ise, bir sonraki uyku periyodunu yakalamak için aradan 60-90 dakika geçmesi gerektiği bilinip, “uyuyamıyorum” diye telaşlanmamalıdır. Sabaha doğru rüya dönemlerinin süresi uzamaya başlar. Ertesi gün hatırlayabildiğimiz rüyalar da, çoğunlukla sabaha doğru gördüğümüz bu rüyalardır. Uyku süresi kişiden kişiye değişir. Küçük uykucu insanlar (Örn; Yönetici yapısında olanlar, M. Kemal Atatürk, Napolyon vb.) 4-5 saat uykuyla ertesi gün kendilerini dinlenmiş hissederken, büyük uykucular (Yazarlar, şairler vb.) ancak 8-10 saat uyuduklarında dinç ve dinlenmiş olarak kalkabilirler. Bu nedenle önemli olan uykunun süresi değil, şu anki uyku biçimimizle ertesi gün kendimizi nasıl hissettiğimiz ve de şimdiki uykumuzda daha önceki uyku biçimimize göre bir farklılık olup olmadığıdır (Örn; uykunun alışılmıştan daha azalmış ya da artmış olması gibi). Bazı kişiler de (yaşlılarda daha fazla olarak) uykularını yanlış değerlendirir, gerçekte uyudukları halde, bunu kabullenmez ve uyumadıklarını iddia ederler. Bu durumda tanı koymak için beraber yaşadığı kişilerin de bilgisine baş vurmak gerekir. Sağlıklı kişilerde de, yaş ilerledikçe uyku da azalmaya başlar. (sabah kaktığınızda gözünüz yatakta kalıyorsa gençsiniz demektir!).

    NORMAL UYKUYUBOZAN NEDENLER
    • Gündüz aşırı aktif çalışma ya da yaşanan güncel çatışma ve sorunlar, gece kişide uyanıklık döneminin (uyanıklık şemsiyesinin) sönüp, uyku döneminin ( uyku şemsiyesinin) açılıp işleve geçmesini engelleyebilir.
    • Uykudan önce aşırı fiziksel aktivasyonda (aşırı spor vs) ya da aşırı zihinsel aktivasyonda (sorun çözme, bilgisayarla çalışma vb gibi) uykuya dalmayı zorlaştırabilir.
    • Uyunan ortamda gürültü, aşırı ısı, aşırı soğuk ya da ışık vs. olması.
    • Farklı bir ortamda uyuma (otel vb).
    • Alışılmış uyku saatinden değişik saatlerde (düzensiz) uyumaya çalışmak.
    • Uyku kaçırabilen maddelerin alınması (örn;kahve, çay, kola, uyarıcı etkisi de olan ilaçların kullanımı vb).
    • Kişilik özelliği; Örn; mükemmeliyetçi, tertipli, düzenli, aşırı detaycı ve herşeyi kontrol altında tutmak isteyen kişilik (obsesif kişilik yapısı) özelliğine sahip olanlarda; uykunun da kontrol edilmeye çalışılması ve “ya bu gece de uyuyamazsam” endişesinin yaşanması ya da gündüz yaşanan olumsuzlukların uyku öncesi tekrar tekrar önlenemez biçimde düşünülmesi vb.
    • nedenler, uykuya dalmayı zorlaştırır.

      UYKUYU BOZAN PSİKİYATRİK NEDENLER

      * İç sıkıntısı, kaygı ve gerginlik (anksiyete) durumları ya da olumsuz yaşam olaylarıyla ilgili (demoralizasyon) durumlarda uykuya dalmak zorlaşır. Bazı kişilerde ise tersine, stresli durumlarda uykuya kaçış görülebilir. Bunlar uyuyarak stresli duruma yanıt verirler. *Önemli yaşamla ilgili travmaları takip eden (travma sonrası stres bozukluğu) durumlarında; “yaşanan travmayı anmsatan korkulu rüyaları görmeyi istememe” şeklindeki (bilinç dışı) bir duyguyla uykuya dalmak zorlaşır.
      *Takıntı hastalığında (obsesif bozukluk); Kişi yatağa yattığında aklına gelen günlük yaşamla ilgili günlük olağan ya da olumsuz düşüncelerle uğraşıp durma nedeniyle uykuya dalamaz (Örn; Şunu niye söyledim, niye şu cevabı vermedim, şunu söylemem acaba onu kırmış mıdır? vb. gibi).
      *Panik bozukluğunda; Kişi uyku sırasında sağlığıyla ilgili kontrol edemediği kötü bir şey olabileceği ya da panik atak yaşayabileceği duygusuyla uykuya dalmada zorlanır.
      *Depresyonda; Uykuya dalmada zorluk, gece uykuda sık sık uyanma ya da sabah 4-5 sularında sanki düğmeye basılmış gibi aniden ve sıkıntılı biçimde uyanma (küçük bir grup hastada ise tersine tersine 10-12 saat gibi fazla uyuma) izlenir.
      *Bipolar hastalığın manik dönemlarinde; Aşırı hareketlilik nedeniyle uykuya dalamama ya da alışılmışın dışında 2-4 saatlik kısa bir uykuyla, çok enerjik bir şekilde uyanma ve davranışlarda hareketlilik izlenir.
      *Şizofreninin alevlenme dönemlerinde; çoğunlukla şüphe hezeyanlarına bağlı olarak “kendisine uykuda bir kötülük yapılabileceği vb” korku ve şüphe duygularının da eşlik edebildiği uykusuzluk izlenir. Kronik şizofrenili hastaların bazılarında ise; insanlarla iletişim kurmadaki isteksizlik nedeniyle, bir kaçış olarak diğerlerinin uyuduğu saatlerde uyumama, onların uyanık olduğu saatlerde ise tersine uyuma görülür. Yani bu hastalar geceleri uyumaz, gündüzleri uyurlar
      *Bunamalarda (demans); Hastalar akşama doğru daha huzursuzdurlar (gün batımı sendromu) ve geceleri uykuya dalamazlar. Yine gündüz uyuklamaları da gece uykuya dalmayı zorlaştırdığından, hastaların gündüz uyuması engellenmelidir. Tüm bu uykusuzluk durumları, sadece uyku verici ilaç kullanarak çözülemez. Zira uyku ilaçları çok gerekli bir durum varsa ve hekim tarafından önerilen kısa sürede alınabilir, uzun süreli kullanılmaz. Zira 3-4 haftadan sonra etkileri azalacağından dozlarını artırmak gerekir ve bu tutum da ilaç bağımlılığına yol açar. Yapılması gereken uyku sorununa neden olan temeldeki nedenlerin ortadan kaldırılması ve gerekli tedavilerin uygulanmasıdır. Ancak bu yaklaşımla uyku sorunları tedavi edilebilir.

      ÖZEL UYKU SORUNLARI

      *Uykuda konuşma; Hastalık değildir, mırıldanma, konuşma izlenir. Sorulanlara kişi cevap veremez. Tedavi gerektirmez.
      *Uykuda diş gıcırdatma; Bir hastalık değil, bir uyku bozukluğudur. Stresler artırabilir. Stres azaltıcı teknikler (stres yönetimi) ya da bazı psikiyatrik ilaçlar uygulanmaktaysa da sonuçları fazla olumlu değildir. Ancak diş minesinin yıpranmasını önlemek için, yatarken diş hekimince hazırlanacak koruyucunun kullanılması gerekir.
      *Uykuda yürüme (uyurgezerlik); Ergenlik öncesi daha sık izlenen, ailesel yatkınlığın rolü olan ve uykuda konuşma vb. gibi belirtilerle birlikte de izlenebilen uyku bozukluğudur. Kişi anlamsız biçimde yatakta oturur, eşyalarla oynayabilir ya da amaçsız biçimde evin içinde dolaşabilir. Kısa konuşmalar, bazen telefonla konuşmaya çalışması vb. davranışlar izlenebilir. Kapı ya da pencereden çıkabilir. Uyaranlara cevap vermez, kolay kolay uyandırılamaz. Tedavide; hasta ve yakınları bilgilendirilir, hastanın zarar görmemesi için yatak odasında gerekli tedbirler alınır (pencereye kilit koyma vb gibi). Ciddi ve zarar görme olasılığı olan kişilerde ilaç tedavisi uygulanır.

      *Kabus bozukluğu: Daha çok çocuklarda izlenen ve 15 yaş civarında genellikle kaybolan durumlardır. Gecenin ikinci yarısında birden korku ve panik halinde uyanılır. Çocuğun bilinci o an yerindedir ve sorulduğunda gördüğü korkunç rüyalardan söz eder.

      Tedavi: Çocuk ve ailesine bunun zamanla geçecek bir durum olduğu anlatılıp güvence verilir. Genel olarak tedavi gerekmez. Ancak bu durumlar kişinin yaşamını bozacak derecede yoğun isr ilaç tedavisi uygulanabilir.
      *Uyku terörü (Uykuda korku bozukluğu: 3-5 yaşlarda başlar, genellikle ergenlik döneminde azalır, 1/100 oranında yetişkinlikte sürebilir. Gecenin ilk 1/3’lük bölümünde ve genellikle uykuda yürümeyle birlikte görülür. Kişi yoğun bir korku, çığlık atma, çarpıntı, terleme, hızlı nefes alma, üstündekileri çıkarma gibi belirtilerle yatakta oturur haldedir. Yataktan kaçmaya kalkabilir ve de yatıştırılması zordur. Bilinci yerinde değildir, 10-15 dakika içinde tekrar uykuya dalar ve sabah uyandığında bu nöbetleri hatırlamaz.

      Tedavi: kişi ve ailesine bunun tedavisiz de geçebilen ve korkulmaması gereken bir durum olduğu konusunda teminat verilir. Düşüp yaralanmaması için oda içinde gerekli tedbirler alınır. Özellikle bu duruma olumsuz etki edebilecek olumsuz yaşam olayları ya da stresler hekim- hasta ilişkisinde psikoterapötik yönden ele alınır. Ciddi ve hastanın yaşamını bozan durumlarda, bu nöbetleri önleyici ilaç tedavisi uygulanabilir.

      *Gece işemesi (enürezis): Bebekte mesane kontrolu gelişmemiştir. 5-6 yaştaki çocukların % 17’sinde görülür. Bazı yazarlar 5 yaşına kadar olanları hastalık olarak kabul etmez. Ancak süregitmesi hem çocuklarda, hem de yetişkinlerde utanma, kendine güvende azalma, içe kapanıklık vb. olumsuz durumlara neden olur. Oluşumunda; idrar torbası (mesane) kapasitesinin yapısal olarak küçük olması gibi biyolojik kusurlar yanında, özellikle çocuklarda ev ya da okulda yaşanan olumsuz durumlar, stresler, yeni bir kardeş gelmesi durumu vb. psikolojik durumlar da rol oynar.

      Tedavi: Önce bu durumun nedeni tespit edilir (psikolojik ya da yapısal) sonra nedene göre tedavi yapılır. Psikolojik ise psikoterapötik yaklaşım, davranışcı yöntemler, koşullandırma yöntemi uygulanır. Eğer neden yapısal ise ilaç tedavisi uygulanır. Bazen de bu yaklaşımlar birlikte de uygulanabilir.

      *Rüya uykusu sırasında izlenen davranış bozuklukları: Bu kişiler gördükleri korkulu rüyaların içeriğine göre (saldırıya uğrama, yırtıcı hayvanların saldırması vb. rüyalar) kendini savunma olarak aşırı hareketlenme, yumruk atma, yanındakinin boğazına sarılma vb. saldırgan davranışlar gösterebilirler.

      Tedavi; Kendisinin ya da yanında yatan eşinin, çocuğunun vb. zarar görmemesi için, uykunun rüya dönemini bastırıcı ilaçlar kullanılabilir.

      Uykuda solunumun aralıklarla duraklaması (uyku apnesi); Tüm insanlarda uyku sırasında izlenebilen solunum duraklamalarının 1 saatlik bir zaman diliminde 30’dan fazla gibi çok sayıda ve uzun süreli olmasıyla seyreden durumlardır. Kişinin solunumu önce duraksar, ardından horlama sesi çıkararak tekrar uykuya dağlar ancak kısa bir süre benzer durumlar tekrarlar. Bu nedenle kişiler (gece boyunca hatırlamadıkları sayıda çok kısa süreli ve sık sık uyandıklarından) sağlıklı bir uyku uyuyamaz, ertesi gün uykusuzluk, çalışmada isteksizlik, uyuklamalar, yorgunluk, baş ağrısı gibi bedensel ya da depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları daha çok yaşarlar. Solunum durmaları kalp-akciğer bozukluklarına yol açabilir. Apneleri artıran alkol, yeşil reçeteli uyku ilacı vb. kullanma durumlarında uykuda ölüm bile oluşabilir (Bebeklerde izlenen ve “ Odin laneti” olarak isimlendirilen uykuda ölümler de solunum durmasıyla ilgilidir). Bu nedenle uyku sorunuyla gelen herkese ve birlikte uyuduğu kişilere “geceleri horlama olup olmadığı” sorulmalıdır. Hekime danışmadan uyku ilacı kullanılmamalıdır.

      Oluşmasında; solunumla ilgili organlardaki sorunlar (örn; burundan ya da ağızdan nefes almayı zorlaştıran burunda eğrilik, büyük bademcikler, aşırı kilo vb. organik durumlar vs) ya da solunum merkeziyle ilgili daha ciddi sorunlar rol oynar. Uyku merkezlerinde yapılacak “uykuda solunum araştırmasıyla” kesin tanı konduktan sonra ya gerekli tedavi girişimlerinde bulunulur; (örneğin; KBB muayenesi, gerekli tıbbi ve cerrahi girişimler gibi) ya da geceleri uyurken takılan ve solunumu düzenleyen aletler kullandırılır. Unutulmaması gereken, apne sorununun, özellikle önemli derecede ise, kişi için hayati bir konu olduğudur.

      Narkolepsi: Nadir görülen bir uyku bozukluğudur. Uykuya dalma anında (kişinin birden uykunun rüya dönemine girmesi sonucu) rüya içeriği ile ile uyanıklığın karışması ve halüsinasyon görme, uykudan uyanma sırasında gözler hariç (sanki vucuduna felç inmiş gibi) hiç bir uzvunu hareket ettirememe (gözlerini oynatınca ya da kendisine dokunulunca bu durum düzelir), gündüzleri monoton durumlarda ya da bir şeye gülme vs. gibi duygusal bir durumda birden vucudun boşalımı ve yere yığılma nöbetleri ve en önemlisi de günlük yaşamda makina ya da araba kullanırken kaza yapıp kendisinin ya da çevredekilerin yaralanmasına hatta ölümüne yol açabilen ve de önüne geçilemeyen “uyuma nöbetleri” yaşanmasıdır.

      Kesin tanı konduktan sonra, hekim tarafından verilecek ilaç tedavisi uygulanır. Nöbetler yeterince ortadan kalkıncaya kadar, kişiye araç ya da makina kullanmaması önerilir.

      Klein-Levin sendromu: Çok nadir görülen ve yılda bir ya da daha fazla sayıda izlenen 3-4 gün gibi uzun bir süre aşırı uyuma ve aşırı yeme nöbetleri ile seyreden uyku bozukluğudur. İlaç tedavilerinden yararlanılabilir.

      Uykuda gelen epilepsi: Uykuda birden çığlık atar gibi korkutucu bir ses çıkarma, kol ve bacaklarda gerilme, kasılma titreme olması, ağızdan köpürerek salya akması, yüzde morarma, soluğun kesiliyor gibi olması, dişlerin kenetlenmesi, gözlerin sabit bir noktaya dikili kalması, yatağa çişini kaçırma vb. belirtilerle seyreden ve genellikle bir kaç dakika süren nöbetler sonrasında kişi tekrar uykuya dalar. Nöbetler beynin elektrik aktivisindeki aniden ortaya çıkan artış ve senkronizasyonla oluşur. Kesin tanı kişiyi gözleme, beynin elektrik aktivitesini gösteren EEG çekimi ile konur. Ailede başka epileptik kişilerin de bulunması gibi kalıtımsal özellikler yanında, beyin ile ilgili organik olaylar da nöbet oluşumunda rol oynar. Örneğin; doğumda bebeğe kordon dolanması, doğumun çok uzun sürmesi ya da kalp-akciğer yetersizliği vb. sorunlarla beynin oksijensiz kalması, aşırı ateşlenme durumu ( febril konvülziyon), zehirlenmeler, kafa travması ya da beyin ameliyatları sonucu oluşan durumlar, zehirlenmeler, tiroid, karaciğer, böbrek gibi büyük organlarla ilgili sorunlar, beyindeki kanama ya da tümörler vb. gibi durumlar. Bunları ayırdetmek için gerekli tetkik ve muayeneler yaptırılır, gerekiyorsa beyin MRI’ı çekilebilir. Özellikle uykuda gelen nöbetlerin çocuklardaki gece terörü vb. durumlarla karıştırılmaması gerekir. Epilepsi tedavisi, gerekli ilaçların hekim kontrolunda kullanılması kaydıyla yüz güldürücüdür.
  • YAPIM AŞAMASINDADIR