Kişi tıbbi sorunlar, kazalar, adli sorunlar yaşamasına, ev, iş ve toplumsal alanda olumsuzlar yaşamasına hatta bunlardan çok önemli zararlar görmesine rağmen, tüm yaşamı artık sadece bu madde etrafında dönüp durmaya devam eder. Bunun dışındaki her şey önemini kaybetmeye başlar. Artık onun için yaşam amacı, sadece bu maddeye ulaşmaktır. Ancak bu olumsuzluklara ve de yakınlarından ya da çevredekilerden gelen tüm uyarılara rağmen kişi maddeyi kullanmayı sürdürür. Alınan alkol ya da madde miktarı bir müddet sonra yetmemeye başlar (çünkü kullanılan miktara karşı beyinde fiziksel bir tolerans gelişir). Bu nedenle kişinin aynı hazzı alabilmek için zaman içinde aldığı miktarı gitgide artırmaya başladığı izlenir. Örneğin; başlarda bir duble alınan alkol miktarı, zaman içinde 3-4 dubleye, sonunda 1-2 şişeye bile çıkabilir. Miktar arttıkça yaşanan olumsuz olaylar ve bedensel yıkımlar da aynı oranda artar. Daha ileri dönemlerde; Bu maddelerin alışılan miktardan çok daha fazla alınması, bu kullanıma eklenen grip vb. herhangi bir hastalık durumunda araya girmesi, bu maddelerin etkisini artıran bazı yeşil reçeteli ilaçların da birlikte alınması durumlarında ya da bu maddelerin kullanımının tıbbi bir yardım almaksızın kişi tarafından birden kesilmesiyle ortaya çıkan “yoksunluk” durumlarında; El, kol, bacak ve gövde de titreme, terleme, uykusuzluk, bulantı- kusma, çeşitli ağrılar, denge bozukluğu, kan basıncı değişiklikleri, konuşmada zorluk vb. bedensel ya da bilinç bulanıklığı, hayal görme, korku, şüphe hezeyanları, yaptığı şeyleri hatırlayamama (örneğin; evine nasıl geldiğini ya da o sırada nerede, kimlerle neler yaptığını hatırlayamama gibi), çoğu kere gereksiz ve anlamsız ve saçma sapan konuşmalar hatta küfürler, vurup, kırma, yaralama gibi saldırgan agresif davranışlar, kontrolsuz cinsel davranışlar, gereksiz mekanlarda uyuyup kalma gibi belirtiler ortaya çıkar. Yoksunlukta ayaktan ya da yatarak gerekli acil tıbbi müdahale yapılmadığında ölüm izlenen olgular bile görüldüğünden, yüksek miktarda madde ya da alkol kullananların bunları bir psikiyatrist gözetiminde ayaktan ya da bir klinikte yatarak bırakması uygun olacaktır. Tam bir bağımlılıkta kişinin kendi başına bırakma konusundaki girişimleri de çoğunlukla başarısız olmaktadır.
Dipsomani; Özel bir alkol bağımlılığı tipidir. Bu kişiler nöbete benzer şekilde 3-4 gün süreyle durmaksızın içer, sonra yeni benzer bir dönem gelinceye kadar uzun bir süre alkol almazlar.
Bağımlılık etkenleri; Bağımlılık psikolojik, gelişimsel, kültürel, toplumsal etkenler yanında, özellikle kalıtımsal ve biyolojik yatkınlığın da rol oynadığı bir çeşit beyin hastalığıdır. Bu nedenle (her alkol alan alkol bağımlısı olmadığı gibi) 1. ve 2. derece akrabalarında benzer bağımlılık durumları olanlarda, bu kalıtımsal biyolojik yatkınlık nedeniyle bağımlılık oluşma şansı daha fazladır. Nitekim bağımlıların çoğu geldikleri ailelerde bu maddeleri çok kullananlardan ya da bağımlı kişilerden söz etmektedir. Kişinin bunları kullanımı devam ettikçe, beyinde bağımlılığı pekiştiren yeni reseptörler ve hücresel bağlantılar da oluşmakta ve bu durum bağımlılığın oluşumuna katkı sağlamaktadır. Alkol ya da maddenin keyif verici etkileri de (beynin, o madde alındığında salgılanan ve kişinin zevk duymasına aracılık eden “dopamin” denen monoaminin artışıyla zevk duyduğunu öğrenmesi nedeniyle) pozitif bir pekiştireç olarak bağımlılık gelişmesine katkıda bulunmaktadır.
Bağımlılıkta rolü olan gelişimsel ve çevresel etkenler;
Bağımlılıkta rolü olan gelişimsel ve çevresel etkenler;
*Çocukluk döneminde kişilik yapısında dürtüsel (dürtülerin kontrolsuz biçimde ortaya çıkıp davranışa yönelmesi) ve agresif (saldıgan) özelliklerin olması
*Ergenlik yaş grubunda olmak
*Arkadaş grubunda madde kullanımının geçerli bir norm olması nedeniyle, gencin o grup içinde kalabilmek ve arkadaşlarınca dışlanmamak için bu maddeleri kullanması ya da arkadaşların maddeleri sağlama, gence model olma, alkol ya da madde kullanımına karşı gencin tavrını değiştirmede olumsuz rol oynamaları
*Ebeveynin ergen üzerindeki kontrolünün yetersizliği ya da yokluğu
*Sosyal ilişki ve beceri eksikliği ya da yokluğu
*Alt/düşük sosyoekonomik bir çevrede yaşamını sürdürüyor olmak
*Çevrede, yakınlarında, ebeveynde bağımlı kişilerin varlığı (rol model alma, kalıtımsal yatkınlık)
*Sosyal fobi, panik bozukluğu depresyon, şizofreni gibi hastalıkların varlığında alkol ya da maddenin psikiyatrik sorunlar için bir “ilaç” gibi kullanılması
*Toplumda alkol/madde kullanımını özendirici yayınlar (reklamlar, filmler, müzikler vb)
*Alkol ve maddeye ulaşımın kolay olması.
Tanı koyma; Her ne kadar özellikle ilk başlarda kişiler bağımlı olduklarını ya da bu maddeleri kötüye kullandıklarını kabul etmeselerde ya da “ben istediğim an durdurabilim” vb. inkar düzeneği kullansalar da, bunların kullanılmasına bağlı olarak ortaya çıkan, hem kişinin hem de çevrenin sorunlar yaşamasına neden olabilen tüm olumsuz sonuçlara rağmen alkol ya da madde kullanımının sürdürülmesi, ağıza sürüldüğünde durdurmada zorlanılması, alınan miktarın zaman içinde git gide artırılması ve bunlar kesildiğinde kişide hafiften (uykusuzluk, el titremesi vb.), ağıra (titeremekten normal konuşamama, şaşkınlık, hayal görme vb) çeşitli düzeyde yoksunluk belitilerinin izlenmesi bağımlılık tanısını destekler.
Bağımlılığın gidişi; Bunların kullanımı sürdürülüp kronikleştikçe, beyin yapı ve işlevlerinde oluşan bozulmalar da gitgide kalıcı olmaya başlar. Yaptıklarını hatırlayamama, şüphecilik ya da paranoid düşüncelerle giden alkol paranoyası (örn; eşinden şüphelenme gibi yargılama bozukluğu), algı bozuklukları sonucu halüsinasyonların ortaya çıkması (özellikle görsel, işitsel ve dokunsal), bellek ve yönelim bozukluklarıyla sereden tedavi edilebilen ya da kalıcı olabilen bunama (demans) tabloları gibi psikiyatrik tablolar yanında, özellikle B vitamini başta olmak üzere vitamin eksiklikleri, aşırı kilo alımı, kan yağlarında artış, şeker ve kolestrol sorunları, kan basıncı artışı, kalp-damar sistemi sorunları, karaciğer işlev bozukluğu, yağlanması, yetmezliği ve ölüme neden olabilen siroz tablosu da izlenebilir
Bağımlılık toplumda en sık alkol bağımlılığı olarak gözlense de birçok maddeye de bağımlılık gözlenmektedir. Bunlar afyon ve türevleri olan opioidler (morfin vb), kannabis ailesinden kenevir (esrar), uyarıcılar (kokain, amfetamin, metamfetamin vb.), halusinojenler (LSD,Ekstazi, Fensiklidin, Ketamin vb), uçucular (yapıştırıcılar, nitröz oksit vb.), sentetik kannabionoide fare zehiri vb, bir çok tehlikeli madde eklenerek yapılan (Bonzai) gibi çok çeşitli maddeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra azımsanmayacak düzeyde sakinleştirici (sedatif), uyku verici (hipnotik) ve sıkıntı giderici (anksiyolitik) etkileri olan (benzodiazepin, barbiturat vb.) maddelere de bağımlılık gözlenmektedir. Kafein ve tütünle ilgili bağımlılık ile ağrı kesicilerin bağımlılığı da toplumda oldukça yaygındır.
Bağımlılık birçok kişide, birden çok maddenin bir arada kullanıldığı bir bağımlılık görüntüsünde karşımıza çıkmaktadır.
Alkol ve Madde Bağımlılığının Tedavisi
Bağımlılıkta tedavi, öncelikle kişinin bunun bir hastalık olduğunu kabullenip, bırakmaya kendisinin karar vermesiyle başlayabilir (kişinin kendisi kesin bırakma kararı vermeden yakınları çok istese de tedavi edilemez). Zira bugün için bağımlılık sorununu tamamen ortadan kaldırabilecek tıbbi bir madde ya da ilaç yoktur. Elimizdeki ilaçlar bu konuda ancak yardımcı olabilmektedir. Tedavide kullanılan maddenin alımının ortadan kaldırılması ilk hedeftir. Maddenin kullanımının tıbbi gözetim altında kesilmesinin ardından oluşacak (her maddeye özgü farklılıklar gösteren) yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırabilecek ilaçlar kullanılır. Bu süreçte maddenin kişideki biyolojik etkilerinin yerine geçen daha güvenli kimyasal ajanlar ya da maddenin yoksunluk etkilerinin fiziksel ve ruhsal belirtilerini ortadan kaldırabilen ilaçlar kullanılır. Daha sonra kişinin maddeyi arama davranışını azaltabilen ya da engelleyebilen psikiyatrik ilaç tedavileri de bağımlılık tedavisinde etkili olmaktadır.
Alkolün ya da maddenin kandan temizlenmesi ve yoksunluk belirtilerinin giderilmesinin ardından (detoksifikasyon süreci) süreç; ilaç tedavileri, psikoterapötik yaklaşımlar, psikoeğitim, bireysel ve aileye yönelik hedef belirleyici bilgilendirmeler, motivasyon güçlendirici çalışmalar, grup terapileri ya da bağımlılıkla mücadele eden (adsız alkolikler vb.) sosyal toplum kuruluşlarının destek toplantılarına katılımının sağlanması ve kendine yardım programlarının belirlenmesi ile sürdürülür. Bağımlılık tedavisi ile tam iyileşme oranı tüm dünyada düşük düzeydedir. Kişinin “ben bunu bırakamam” endişesi ya da “ya bırakmaya kalkarsam ama başarılı olamazsam çevrenin olumsuz tepkileri olabilir” şeklindeki korkuları, “ bu konuda kendini güçsüz hissetmesi” vb. etkenler tedavi arayışını engeller. Çoğu kişi bu nedenle ancak tehlikeli durumlara düştükten sonra tedavi arayışına girmektedir.
Sonuç olarak; Bağımlılığı bir hastalık olarak kabul edip savaşmak, bu maddeler bizden güçlü gibi görünse de, aslında bizden güçlü olmadıklarının bilincinde olmak, mücadele gücümüzü kullanmak, mümkün olduğu sürece bunlara elimizi sürmemek (zira yıllarca bırakılmış olan alkol ya da bir maddenin günün birinde çok ufak bir miktarda alınması bile, beyinde bağımlılıkla ilgili oluşmuş sistemi uyarıp hastalığı yeniden başlatabilmektedir), verilen tedavileri düzenli olarak kullanmak, arada bunları tekrar kullanma durumu ortaya çıkarsa da suçluluk yaşamak yerine (bu tedaviyi bir spor müsabakasına benzetirsek, kendimizi 1 gol yemiş olarak kabul edip, maçı kazanabilmek amacıyla) mücadeleyi tekrar başlatıp sürdürmek ve bunları diğer bedensel hastalıklarda da izlenen bir “nüks” gibi görmek ve ayık kalma sürdürüldüğü takdirde yaşamın tüm alanlarında eskisi gibi bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı bir birey olarak yaşamak mümkündür. Bağımlılıkta tedavi, aslında biyopsikososyal yönden sürekli alkol ya da madde alması, almadığı zaman bunları kullanma isteği duyması ve bunları kullanmaktan zarar gördüğü halde, bu konudaki isteğini ve kullanmayı kontrol edemeyip durduramamasıyla seyreden bir bozukluktur. Bağımlılık neden olduğu yaşamsal, sosyal, tıbbi, adli ve ekonomik olumsuz sonuçlar nedeniyle, bir halk sağlığı sorunudur. Kişi bu maddeyi sağlayabilmek için iş, ev ya da toplumsal yaşamdaki günlük aktivite ve sorumluluklarını bile yerine getiremez hale gelir. Hatta bu amaçla hırsızlık, soygun yapanlara, bedenlerini para karşılığı kullandıranlara bile rastlanır. Kişi tıbbi sorunlar, kazalar, adli sorunlar yaşamasına, ev, iş ve toplumsal alanda olumsuzlar yaşamasına hatta bunlardan çok önemli zararlar görmesine rağmen, tüm yaşamı bu madde etrafında dönüp durmaya devam eder. Artık onun için yaşam amacı, sadece bu maddeye ulaşmaktır. Ancak bu olumsuzluklara ve de yakınlarından ya da çevredekilerden gelen tüm uyarılara rağmen kişi maddeyi kullanmayı sürdürür. Alınan alkol ya da madde miktarı bir müddet sonra yetmemeye başlar (çünkü kullanılan miktara karşı beyinde fiziksel bir tolerans gelişir). Bu nedenle kişinin aynı hazzı alabilmek için zaman içinde aldığı miktarı gitgide artırmaya başladığı izlenir. Örneğin; başlarda bir duble alırken, zaman içinde 3-4 dubleye, sonunda 1-2 şişeye çıkabilir. Miktar arttıkça da yaşanan olumsuz olaylar ve bedensel yıkımlar da aynı oranda artar. Daha ileri dönemlerde; Bu maddelerin alışılandan aşırı alınması ya da bu kullanıma eklenen grip vb. herhangi bir hastalık ya da bu maddelerin etkisini artıran bazı yeşil reçeteli ilaçlarında birlikte kullanılması durumlarında ya da maddelerin kullanımının tıbbi bir yardım almaksızın birden kesilmesiyle ortaya çıkan “yoksunluk” durumlarında; El, kol, bacak ve gövde de titreme, terleme, uykusuzluk, bulantı- kusma, çeşitli ağrılar, kan basıncı değişiklikleri, konuşmada zorluk vb. bedensel ya da bilinç bulanıklığı, hayal görme, korku, şüphe hezeyanları, yaptığı şeyleri hatırlayamama (örneğin; evine nasıl geldiğini ya da o sırada nerede, kimlerle neler yaptığını hatırlayamama gibi), çoğu kere gereksiz ve anlamsız ve saçma sapan konuşmalar hatta küfürler, vurup, kırma, yaralama gibi saldırgan agresif davranışlar, kontrolsuz cinsel davranışlar, gereksiz mekanlarda uyuyup kalma, belirtiler ortaya çıkar. Yoksunlukta ayaktan ya da yatarak gerekli acil tıbbi müdahale yapılmadığında ölüm izlenen olgular bile görüldüğünden, yüksek miktarda madde ya da alkol kullananların bunları bir psikiyatrist gözetiminde ayaktan ya da bir klinikte yatarak bırakması uygun olacaktır. Tam bir bağımlılıkta kişinin kendi başına bırakma konusundaki girişimleri de çoğunlukla başarısız olmaktadır.
Dipsomani; Özel bir alkol bağımlılığı tipidir. Bu kişiler nöbete benzer şekilde 3-4 gün süreyle durmaksızın içer, sonra yeni benzer bir dönem gelinceye kadar uzun bir süre alkol almazlar.
Bağımlılık; Psikolojik, gelişimsel, kültürel, toplumsal etkenler yanında, özellikle kalıtımsal ve biyolojik yatkınlığın da rol oynadığı bir beyin hastalığıdır. Bu nedenle (her alkol alan alkol bağımlısı olmadığı gibi) 1. ve 2. derece akrabalarında benzer bağımlılık durumları olanlarda, bu kalıtımsal biyolojik yatkınlık nedeniyle bağımlılık oluşma şansı daha fazladır. Nitekim bağımlıların çoğunluğu geldikleri ailelerde bu maddeleri çok kullananlardan ya da bağımlı kişilerden söz etmektedir. Kişinin bunları kullanımı devam ettikçe, beyinde bağımlılığı pekiştiren yeni reseptörler ve hücresel bağlantılar da oluşmakta ve bu durum bağımlılığın oluşumuna katkı sağlamaktadır. Alkol ya da maddenin keyif verici etkileri de (beynin, o madde alındığında salgılanan ve kişinin zevk duymasına aracılık eden “dopamin” denen monoaminin artışıyla zevk duyduğunu öğrenmesi nedeniyle) pozitif bir pekiştireç olarak bağımlılık gelişmesine katkıda bulunacaktır.
Bağımlılıkta rolü olan gelişimsel ve çevresel etkenler;
*Çocukluk döneminde kişilik yapısında dürtüsel (dürtülerin kontrolsuz biçimde ortaya çıkıp davranışa yönelmesi) ve agresif (saldıgan) özelliklerin olması
*Ergenlik yaş grubunda olmak
*Arkadaş grubunda madde kullanımının geçerli bir norm olması nedeniyle, gencin o grup içinde kalabilmek ve arkadaşlarınca dışlanmamak için bu maddeleri kullanması ya da arkadaşların maddeleri sağlama, gence model olma, alkol ya da madde kullanımına karşı gencin tavrını değiştirmede olumsuz rol oynamaları
*Ebeveynin ergen üzerindeki kontrolünün yetersizliği ya da yokluğu
*Sosyal ilişki ve beceri eksikliği ya da yokluğu
*Alt/düşük sosyoekonomik bir çevrede yaşamını sürdürüyor olmak
*Çevrede, yakınlarında, ebeveynde bağımlı kişilerin varlığı (rol model alma, kalıtımsal yatkınlık) *Sosyal fobi, panik bozukluğu depresyon, şizofreni gibi hastalıkların varlığında alkol ya da maddenin psikiyatrik sorunlar için bir “ilaç” gibi kullanılması
*Toplumda alkol/madde kullanımını özendirici yayınlar (reklamlar, filmler, müzikler vb)
*Alkol ve maddeye ulaşımın kolay olması.
Tanı koyma; Her ne kadar özellikle ilk başlarda kişiler bağımlı olduklarını ya da bu maddeleri kötüye kullandıklarını kabul etmeselerde ya da “ben istediğim an durdurabilim” vb. inkar düzeneği kullansalar da, bunların kullanılmasına bağlı olarak ortaya çıkan, hem kişinin hem de çevrenin sorunlar yaşamasına neden olabilen tüm olumsuz sonuçlara rağmen alkol ya da madde kullanımının sürdürülmesi, ağıza sürüldüğünde durdurmada zorlanılması, alınan miktarın zaman içinde git gide artırılması ve bunlar kesildiğinde kişide hafiften (uykusuzluk, el titremesi vb.), ağıra (titeremekten normal konuşamama, şaşkınlık, hayal görme vb) çeşitli düzeyde yoksunluk belitilerinin izlenmesi bağımlılık tanısını destekler.
Bağımlılığın gidişi; Bunların kullanımı sürdürülüp kronikleştikçe, beyin yapı ve işlevlerinde oluşan bozulmalar da gitgide kalıcı olmaya başlar. Yaptıklarını hatırlayamama, şüphecilik ya da paranoid düşüncelerle giden alkol paranoyası (örn; eşinden şüphelenme gibi yargılama bozukluğu), algı bozuklukları sonucu halüsinasyonların ortaya çıkması (özellikle görsel, işitsel ve dokunsal), bellek ve yönelim bozukluklarıyla sereden tedavi edilebilen ya da kalıcı olabilen bunama (demans) tabloları gibi psikiyatrik tablolar yanında, özellikle B vitamini başta olmak üzere vitamin eksiklikleri, aşırı kilo alımı, kan yağlarında artış, şeker ve kolestrol sorunları, kan basıncı artışı, kalp-damar sistemi sorunları, karaciğer işlev bozukluğu, yağlanması, yetmezliği ve ölüme neden olabilen siroz tablosu da izlenebilir
Bağımlılık toplumda en sık alkol bağımlılığı olarak gözlense de birçok maddeye de bağımlılık gözlenmektedir. Bunlar afyon ve türevleri olan opioidler (morfin vb), kannabis ailesinden kenevir (esrar), uyarıcılar (kokain, amfetamin, metamfetamin vb.), halusinojenler (LSD,Ekstazi, Fensiklidin, Ketamin vb), uçucular (yapıştırıcılar, nitröz oksit vb.), sentetik kannabionoide fare zehiri vb, bir çok tehlikeli madde eklenerek yapılan (Bonzai) gibi çok çeşitli maddeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra azımsanmayacak düzeyde sakinleştirici (sedatif), uyku verici (hipnotik) ve sıkıntı giderici (anksiyolitik) etkileri olan (benzodiazepin, barbiturat vb.) maddelere de bağımlılık gözlenmektedir. Kafein ve tütünle ilgili bağımlılık ile ağrı kesicilerin bağımlılığı da toplumda oldukça yaygındır.
Bağımlılık birçok kişide, birden çok maddenin bir arada kullanıldığı bir bağımlılık görüntüsünde karşımıza çıkmaktadır.
Alkol ve Madde Bağımlılığının Tedavisi
Bağımlılıkta tedavi, öncelikle kişinin bunun bir hastalık olduğunu kabullenip, bırakmaya kendisinin karar vermesiyle başlayabilir (kişinin kendisi kesin bırakma kararı vermeden yakınları çok istese de tedavi edilemez). Zira bugün için bağımlılık sorununu tamamen ortadan kaldırabilecek tıbbi bir madde ya da ilaç yoktur. Elimizdeki ilaçlar bu konuda ancak yardımcı olabilmektedir. Tedavide kullanılan maddenin alımının ortadan kaldırılması ilk hedeftir. Maddenin kullanımının tıbbi gözetim altında kesilmesinin ardından oluşacak (her maddeye özgü farklılıklar gösteren) yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırabilecek ilaçlar kullanılır. Bu süreçte maddenin kişideki biyolojik etkilerinin yerine geçen daha güvenli kimyasal ajanlar ya da maddenin yoksunluk etkilerinin fiziksel ve ruhsal belirtilerini ortadan kaldırabilen ilaçlar kullanılır. Daha sonra kişinin maddeyi arama davranışını azaltabilen ya da engelleyebilen psikiyatrik ilaç tedavileri de bağımlılık tedavisinde etkili olmaktadır.
Alkolün ya da maddenin kandan temizlenmesi ve yoksunluk belirtilerinin giderilmesinin ardından (detoksifikasyon süreci) süreç; ilaç tedavileri, psikoterapötik yaklaşımlar, psikoeğitim, bireysel ve aileye yönelik hedef belirleyici bilgilendirmeler, motivasyon güçlendirici çalışmalar, grup terapileri ya da bağımlılıkla mücadele eden (adsız alkolikler vb.) sosyal toplum kuruluşlarının destek toplantılarına katılımının sağlanması ve kendine yardım programlarının belirlenmesi ile sürdürülür. Bağımlılık tedavisi ile tam iyileşme oranı tüm dünyada düşük düzeydedir. Kişinin “ben bunu bırakamam” endişesi ya da “ya bırakmaya kalkarsam ama başarılı olamazsam çevrenin olumsuz tepkileri olabilir” şeklindeki korkuları, “ bu konuda kendini güçsüz hissetmesi” vb. etkenler tedavi arayışını engeller. Çoğu kişi bu nedenle ancak tehlikeli durumlara düştükten sonra tedavi arayışına girmektedir.
Sonuç olarak; Bağımlılığı bir hastalık olarak kabul edip savaşmak, bu maddeler bizden güçlü gibi görünse de, aslında bizden güçlü olmadıklarının bilincinde olmak, mücadele gücümüzü kullanmak, mümkün olduğu sürece bunlara elimizi sürmemek (zira yıllarca bırakılmış olan alkol ya da bir maddenin günün birinde çok ufak bir miktarda alınması bile, beyinde bağımlılıkla ilgili oluşmuş sistemi uyarıp hastalığı yeniden başlatabilmektedir), verilen tedavileri düzenli olarak kullanmak, arada bunları tekrar kullanma durumu ortaya çıkarsa da suçluluk yaşamak yerine (bu tedaviyi bir spor müsabakasına benzetirsek, kendimizi 1 gol yemiş olarak kabul edip, maçı kazanabilmek amacıyla) mücadeleyi tekrar başlatıp sürdürmek ve bunları diğer bedensel hastalıklarda da izlenen bir “nüks” gibi görmek ve ayık kalma sürdürüldüğü takdirde yaşamın tüm alanlarında eskisi gibi bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı bir birey olarak yaşamak mümkündür. Bağımlılıkta tedavi, aslında biyopsikososyal yönden sürekli devam eden bir süreçtir.
YAPIM AŞAMASINDADIR
YAPIM AŞAMASINDADIR
Üç temel özelliği bulunur.
I. Aşırı hareketlilik ve dürtüsel davranışlar: Bu çocuklar yürümez koşarlar.
Sessiz olunması gereken yerlerde yaramaz ve gürültücüdürler, sabırsızdırlar, çok soru sorar ancak yanıtı dinlemekte zorlanırlar. Dürtüsellikleri nedeniyle arkadaşlarına karşı şiddet uygulayabilir, kavga eder, yaralanabilir ya da karşısındakini yaralayabilirler. “Duvara tırmanan” çocuklardır. Hocalarında ailelere sık şikayet gelir. Sınıfta sürekli dolaşır, çeşitli bahanelerle dışarı çıkmak ister, başkalarının sözünü keser, olaylara çok tepki verdiklerinden haklıyken haksız duruma düşerler.
II. Dikkatin toplanmasında güçlük: Bu nedenle zeka ile ilgili bir sorunları olmadığı halde, okulda başarısızlık gösterirler. Ev ödevlerine karşı isteksizdirler. Dikkatsizlikten ödev ve derslerde de sık hatalar yaparlar. Kişisel eşyalarını kaybederler. Dikkatleri kolay dağılabildiğinden dersi takip etmede güçlük yaşarlar, ders sırasında diğer öğrencilerle konuşabilir ya da sınıfta dolaşabilirler.
III. Dürtüsellik: Engellenmeye karşı tahammülsüzlük gösterip, agresif davranışlar ya da taşkınlıklar gösterebilir.
KLİNİK GÖRÜNÜMÜ Okul öncesi dönemde 3 yaş civarında ortaya çıkar. Bu dönemde tanı için en önemli veriler anne-baba ve kreş öğretmeninden alınan öykü ve klinik gözlemdir. Okul öncesi dönemde aşırı hareketlilik en bariz ve en sıkıntı yaratıcı belirtidir. Sessiz olması gereken yerlerde huzursuz, yaramaz ve gürültücü oldukları gözlenir. Uzun süre oyun ve etkinlik sürdürememekte ve çabuk sıkılmaktadırlar. Grup oyunlarında uyumlu ve başarılı değildirler. Çok konuşma, sabırsızlık, çok soru sormasına rağmen yanıtı dinlemekte güçlük çekmeleri dikkat çeker. Fizik hareketlilik yaralanma ve travma öyküsü ile kendini gösterebilir. Dürtüsellikleri nedeniyle diğer çocuklara fiziksel ve sözel şiddet uygulayabildikleri gözlenebilir.
Okul yaş dönemi klinik özelliklerin net olarak fark edildiği yaş dönemidir. Tanı genellikle bu dönemde konmaktadır. Dikkat eksikliği ön planda olan çocuklar dikkat gerektiren ev ödevleri gibi görevlere karşı isteksiz, devamlı dikkat dağınıklığı nedeniyle ödevlerini çok uzun zamanda yapan, kişisel eşyalarını sık kaybeden, basit ve dikkatsizce hatalar yapan ve kendileriyle konuşulduğunda dinlemiyor gibi gözlenebilen çocuklardır. Okul başarılarının kapasitelerine oranla daha düşük olduğu dikkati çeker. Hiperaktivitenin ön planda olduğu çocuklarda ise sınıfta yerinden kalkma, gezinme, ders sırasında çok konuşma gibi belirtiler gözlenmektedir. Konuşma ve fiziksel temasla diğer arkadaşlarının dersi takip etmesini olumsuz etkilemektedirler. Dürtüsellik ise başkalarının sözünü kesme, sıra bekleyememe, kolay tartışmaya girme ya da olaylara gereğinden fazla tepki verme şeklinde gözlenebilir.
Ergenlik: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocukların %80’i ergenlikte de bu bozukluğun belirtilerini gösterirler. Bu dönemde motor aşırı hareketlilik belirgin derecede azalırken dikkat bozukluğu ve dürtüsellik ön planda gözlenir. Ders çalışmama, ev ödevlerini yapmama, başladığı işi zamanında bitirmede güçlük, işlerini iyi organize edememe, basit ve dikkatsiz hatalar yapma, eşya kaybetme ve unutkanlık sık gözlenir. Hiperaktivite olarak adlandırılan aşırı motor hareketlilik ise bu dönemde yerini gerginlik, sinirlilik ve içsel bir huzursuzluğa bırakır. Dürtüsellik sonucunda fiziksel tehlikeli aktivitelere girişme, kolay ve hızlı karar verme, çabuk öfkelenme, sırasını bekleyememe, yüksek riskli cinsel davranışlar, izinsiz ve tehlikeli araba kullanma ya da alkol madde kötüye kullanımı gözlenebilmektedir.
Erişkinlikte DEHB belirtileri %30-70 gibi bir oranda devamlılık gösterdiği düşünülmekle birlikte bu dönemde tanı nispeten daha zor konmaktadır. İç huzursuzluğu, sabit oturamama, bulunduğu yerde sık tekrarlanan el kol hareket değişimleri erişkinlerde sık gözlenir. Dikkatleri kolay dağılmakta ve dikkat gerektiren işlerde dikkati sürdürmede zorluk tariflenir. Plan yapma, işleri düzenleme ve başlanılan işleri bitirmede zorlandıkları dikkati çeker. Erişkin döneminde dürtüsellik öfke kontrolsüzlüğü, gereksiz ve düşünmeden para harcama, uygunsuz seçici olmayan cinsel ilişkiler, alkol ve maddeyi kötüye kullanma şeklinde gözlenebilmektedir. Bu dönemde evlilik sorunları, sık iş değiştirme ve olumsuz sosyal ilişkiler de mevcuttur. Unutkanlık, konsantrasyon ve planlama güçlüğü mesleki üretkenliklerini de bozmaktadır.
OLUŞ NEDENİ
Kesin olarak belirli bir neden gösterilmemiştir. Genetik, çevresel ve psikososyal etkenlerin neden olduğu, tek bir klinik bozukluktan öte, bir grup çekirdek belirtiyi paylaşan bir sendrom olarak kabul edilmektedir. Ailede mevcut olan Bir ailede mevcut olan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğunun diğer aile bireylerinde de bu durumun gözlenme şansını 2 ila 8 kat artırdığı öne sürülmektedir.
TANI KONMASI
Tanı koyma araçları başta aile ve çocuk değerlendirmeleri, öğretmen değerlendirmeleri, klinik gözlem, fizik ve nörolojik muayene ve davranış değerlendirme ölçekleridir. Dikkatle ilişkili performans, işleyen bellek, dürtü kontrolü gibi yürütücü işlevleri ölçen nöropsikolojik testler ise kesin tanının konmasında katkısı olan önemli araçlar olarak kullanılmaktadır.
TEDAVİ
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı konulan çocuk ve ergenlerde birincil tedavi seçeneği ilaç tedavisidir (farmakolojik tedavi). Bu konuda beyindeki biyolojik düzensizliği tedavi ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar hekim nezaret ve takibinde ve de gerekli zamanlarda gerekli doz ayarlamaları yapılarak kullanılması gereken ilaçlardır. İlaç tedavisi ile birlikte hasta ve aileye bu konuda eğitim verilmesi ve bilişsel-davranışçı yaklaşımların tedaviye eklenmesi de yararlı olabilir. Erişkinde ise ilaçlar, bu bozukluğun kişinin yaşantısının hangi sürecinde sorun oluşturduğunun tespitinin ardından gerekliyse kullanılmalıdır.
Tedaviyle ilgili önemli olan hususlar; tanının tam olarak konması (sınıfta ders dinlemeyip dolaşan her çocuk DEHB değildir), gereksiz olgularda kullanılmaması, ancak gerçek bir DEHB varsa tedavinin mutlaka uygulanması gerekliliğidir. Zira tedavi edilmeyenlerde ileriki yaşam döneminde; Akademik başarısızlık, aile içi ve iş yeri sorunları, sık sık okul ya da iş değiştirme, davranış bozuklukları, kavga vs sonucu adli sorunlar, psikiyatrik yönden alkol ve madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı ve de bipolar affektif bozukluk gibi tabloların izlenme şansı yüksek olmaktadır.
YAPIM AŞAMASINDADIR
Uyku süresi kişiden kişiye değişir. Küçük uykucu insanlar (Örn; Yönetici yapısında olanlar, M. Kemal Atatürk, Napolyon vb.) 4-5 saat uykuyla ertesi gün kendilerini dinlenmiş hissederken, büyük uykucular (Yazarlar, şairler vb.) ancak 8-10 saat uyuduklarında dinç ve dinlenmiş olarak kalkabilirler. Bu nedenle önemli olan uykunun süresi değil, şu anki uyku biçimimizle ertesi gün kendimizi nasıl hissettiğimiz ve de şimdiki uykumuzda daha önceki uyku biçimimize göre bir farklılık olup olmadığıdır (Örn; uykunun alışılmıştan daha azalmış ya da artmış olması gibi). Bazı kişiler de (yaşlılarda daha fazla olarak) uykularını yanlış değerlendirir, gerçekte uyudukları halde, bunu kabullenmez ve uyumadıklarını iddia ederler. Bu durumda tanı koymak için beraber yaşadığı kişilerin de bilgisine baş vurmak gerekir. Sağlıklı kişilerde de, yaş ilerledikçe uyku da azalmaya başlar. (sabah kaktığınızda gözünüz yatakta kalıyorsa gençsiniz demektir!).
NORMAL UYKUYU BOZAN NEDENLER
- Gündüz aşırı aktif çalışma ya da yaşanan güncel çatışma ve sorunlar, gece kişide uyanıklık döneminin (uyanıklık şemsiyesinin) sönüp, uyku döneminin ( uyku şemsiyesinin) açılıp işleve geçmesini engelleyebilir.
- Uykudan önce aşırı fiziksel aktivasyonda (aşırı spor vs) ya da aşırı zihinsel aktivasyonda (sorun çözme, bilgisayarla çalışma vb gibi) uykuya dalmayı zorlaştırabilir.
- Uyunan ortamda gürültü, aşırı ısı, aşırı soğuk ya da ışık vs. olması.
- Farklı bir ortamda uyuma (otel vb).
- Alışılmış uyku saatinden değişik saatlerde (düzensiz) uyumaya çalışmak.
- Uyku kaçırabilen maddelerin alınması (örn;kahve, çay, kola, uyarıcı etkisi de olan ilaçların kullanımı vb).
- Kişilik özelliği; Örn; mükemmeliyetçi, tertipli, düzenli, aşırı detaycı ve herşeyi kontrol altında tutmak isteyen kişilik (obsesif kişilik yapısı) özelliğine sahip olanlarda; uykunun da kontrol edilmeye çalışılması ve “ya bu gece de uyuyamazsam” endişesinin yaşanması ya da gündüz yaşanan olumsuzlukların uyku öncesi tekrar tekrar önlenemez biçimde düşünülmesi vb.
nedenler, uykuya dalmayı zorlaştırır.
UYKUYU BOZAN PSİKİYATRİK NEDENLER
- İç sıkıntısı, kaygı ve gerginlik (anksiyete) durumları ya da olumsuz yaşam olaylarıyla ilgili (demoralizasyon) durumlarda uykuya dalmak zorlaşır. Bazı kişilerde ise tersine, stresli durumlarda uykuya kaçış görülebilir. Bunlar uyuyarak stresli duruma yanıt verirler. *Önemli yaşamla ilgili travmaları takip eden (travma sonrası stres bozukluğu) durumlarında; “yaşanan travmayı anm satan korkulu rüyaları görmeyi istememe” şeklindeki (bilinç dışı) bir duyguyla uykuya dalmak zorlaşır.
- Takıntı hastalığında (obsesif bozukluk); Kişi yatağa yattığında aklına gelen günlük yaşamla ilgili günlük olağan ya da olumsuz düşüncelerle uğraşıp durma nedeniyle uykuya dalamaz (Örn; Şunu niye söyledim, niye şu cevabı vermedim, şunu söylemem acaba onu kırmış mıdır? vb. gibi).
- Panik bozukluğunda; Kişi uyku sırasında sağlığıyla ilgili kontrol edemediği kötü bir şey olabileceği ya da panik atak yaşayabileceği duygusuyla uykuya dalmada zorlanır.
- Depresyonda; Uykuya dalmada zorluk, gece uykuda sık sık uyanma ya da sabah 4-5 sularında sanki düğmeye basılmış gibi aniden ve sıkıntılı biçimde uyanma (küçük bir grup hastada ise tersine tersine 10-12 saat gibi fazla uyuma) izlenir.
- Bipolar hastalığın manik dönemlarinde; Aşırı hareketlilik nedeniyle uykuya dalamama ya da alışılmışın dışında 2-4 saatlik kısa bir uykuyla, çok enerjik bir şekilde uyanma ve davranışlarda hareketlilik izlenir.
- Şizofreninin alevlenme dönemlerinde; çoğunlukla şüphe hezeyanlarına bağlı olarak “kendisine uykuda bir kötülük yapılabileceği vb” korku ve şüphe duygularının da eşlik edebildiği uykusuzluk izlenir. Kronik şizofrenili hastaların bazılarında ise; insanlarla iletişim kurmadaki isteksizlik nedeniyle, bir kaçış olarak diğerlerinin uyuduğu saatlerde uyumama, onların uyanık olduğu saatlerde ise tersine uyuma görülür. Yani bu hastalar geceleri uyumaz, gündüzleri uyurlar
- Bunamalarda (demans); Hastalar akşama doğru daha huzursuzdurlar (gün batımı sendromu) ve geceleri uykuya dalamazlar. Yine gündüz uyuklamaları da gece uykuya dalmayı zorlaştırdığından, hastaların gündüz uyuması engellenmelidir.
Tüm bu uykusuzluk durumları, sadece uyku verici ilaç kullanarak çözülemez. Zira uyku ilaçları çok gerekli bir durum varsa ve hekim tarafından önerilen kısa sürede alınabilir, uzun süreli kullanılmaz. Zira 3-4 haftadan sonra etkileri azalacağından dozlarını artırmak gerekir ve bu tutum da ilaç bağımlılığına yol açar. Yapılması gereken uyku sorununa neden olan temeldeki nedenlerin ortadan kaldırılması ve gerekli tedavilerin uygulanmasıdır. Ancak bu yaklaşımla uyku sorunları tedavi edilebilir.
ÖZEL UYKU SORUNLARI
- Uykuda konuşma; Hastalık değildir, mırıldanma, konuşma izlenir. Sorulanlara kişi cevap veremez. Tedavi gerektirmez.
- Uykuda diş gıcırdatma; Bir hastalık değil, bir uyku bozukluğudur. Stresler artırabilir. Stres azaltıcı teknikler (stres yönetimi) ya da bazı psikiyatrik ilaçlar uygulanmaktaysa da sonuçları fazla olumlu değildir. Ancak diş minesinin yıpranmasını önlemek için, yatarken diş hekimince hazırlanacak koruyucunun kullanılması gerekir.
- Uykuda yürüme (uyurgezerlik); Ergenlik öncesi daha sık izlenen, ailesel yatkınlığın rolü olan ve uykuda konuşma vb. gibi belirtilerle birlikte de izlenebilen uyku bozukluğudur. Kişi anlamsız biçimde yatakta oturur, eşyalarla oynayabilir ya da amaçsız biçimde evin içinde dolaşabilir. Kısa konuşmalar, bazen telefonla konuşmaya çalışması vb. davranışlar izlenebilir. Kapı ya da pencereden çıkabilir. Uyaranlara cevap vermez, kolay kolay uyandırılamaz.
- Kabus bozukluğu: Daha çok çocuklarda izlenen ve 15 yaş civarında genellikle kaybolan durumlardır. Gecenin ikinci yarısında birden korku ve panik halinde uyanılır. Çocuğun bilinci o an yerindedir ve sorulduğunda gördüğü korkunç rüyalardan söz eder.
Tedavi: Çocuk ve ailesine bunun zamanla geçecek bir durum olduğu anlatılıp güvence verilir. Genel olarak tedavi gerekmez. Ancak bu durumlar kişinin yaşamını bozacak derecede yoğun isr ilaç tedavisi uygulanabilir. Uyku terörü (Uykuda korku bozukluğu: 3-5 yaşlarda başlar, genellikle ergenlik döneminde azalır, 1/100 oranında yetişkinlikte sürebilir. Gecenin ilk 1/3’lük bölümünde ve genellikle uykuda yürümeyle birlikte görülür. Kişi yoğun bir korku, çığlık atma, çarpıntı, terleme, hızlı nefes alma, üstündekileri çıkarma gibi belirtilerle yatakta oturur haldedir. Yataktan kaçmaya kalkabilir ve de yatıştırılması zordur. Bilinci yerinde değildir, 10-15 dakika içinde tekrar uykuya dalar ve sabah uyandığında bu nöbetleri hatırlamaz.
Tedavi: kişi ve ailesine bunun tedavisiz de geçebilen ve korkulmaması gereken bir durum olduğu konusunda teminat verilir. Düşüp yaralanmaması için oda içinde gerekli tedbirler alınır. Özellikle bu duruma olumsuz etki edebilecek olumsuz yaşam olayları ya da stresler hekim- hasta ilişkisinde psikoterapötik yönden ele alınır. Ciddi ve hastanın yaşamını bozan durumlarda, bu nöbetleri önleyici ilaç tedavisi uygulanabilir.
Gece işemesi (enürezis): Bebekte mesane kontrolu gelişmemiştir. 5-6 yaştaki çocukların % 17’sinde görülür. Bazı yazarlar 5 yaşına kadar olanları hastalık olarak kabul etmez. Ancak süregitmesi hem çocuklarda, hem de yetişkinlerde utanma, kendine güvende azalma, içe kapanıklık vb. olumsuz durumlara neden olur. Oluşumunda; idrar torbası (mesane) kapasitesinin yapısal olarak küçük olması gibi biyolojik kusurlar yanında, özellikle çocuklarda ev ya da okulda yaşanan olumsuz durumlar, stresler, yeni bir kardeş gelmesi durumu vb. psikolojik durumlar da rol oynar.
Tedavi: Önce bu durumun nedeni tespit edilir (psikolojik ya da yapısal) sonra nedene göre tedavi yapılır. Psikolojik ise psikoterapötik yaklaşım, davranışcı yöntemler, koşullandırma yöntemi uygulanır. Eğer neden yapısal ise ilaç tedavisi uygulanır. Bazen de bu yaklaşımlar birlikte de uygulanabilir.
Rüya uykusu sırasında izlenen davranış bozuklukları: Bu kişiler gördükleri korkulu rüyaların içeriğine göre (saldırıya uğrama, yırtıcı hayvanların saldırması vb. rüyalar) kendini savunma olarak aşırı hareketlenme, yumruk atma, yanındakinin boğazına sarılma vb. saldırgan davranışlar gösterebilirler. Tedavi; Kendisinin ya da yanında yatan eşinin, çocuğunun vb. zarar görmemesi için, uykunun rüya dönemini bastırıcı ilaçlar kullanılabilir. Uykuda solunumun aralıklarla duraklaması (uyku apnesi); Tüm insanlarda uyku sırasında izlenebilen solunum duraklamalarının 1 saatlik bir zaman diliminde 30’dan fazla gibi çok sayıda ve uzun süreli olmasıyla seyreden durumlardır. Kişinin solunumu önce duraksar, ardından horlama sesi çıkararak tekrar uykuya dağlar ancak kısa bir süre benzer durumlar tekrarlar. Bu nedenle kişiler (gece boyunca hatırlamadıkları sayıda çok kısa süreli ve sık sık uyandıklarından) sağlıklı bir uyku uyuyamaz, ertesi gün uykusuzluk, çalışmada isteksizlik, uyuklamalar, yorgunluk, baş ağrısı gibi bedensel ya da depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları daha çok yaşarlar. Solunum durmaları kalp-akciğer bozukluklarına yol açabilir. Apneleri artıran alkol, yeşil reçeteli uyku ilacı vb. kullanma durumlarında uykuda ölüm bile oluşabilir (Bebeklerde izlenen ve “ Odin laneti” olarak isimlendirilen uykuda ölümler de solunum durmasıyla ilgilidir). Bu nedenle uyku sorunuyla gelen herkese ve birlikte uyuduğu kişilere “geceleri horlama olup olmadığı” sorulmalıdır. Hekime danışmadan uyku ilacı kullanılmamalıdır. Oluşmasında; solunumla ilgili organlardaki sorunlar (örn; burundan ya da ağızdan nefes almayı zorlaştıran burunda eğrilik, büyük bademcikler, aşırı kilo vb. organik durumlar vs) ya da solunum merkeziyle ilgili daha ciddi sorunlar rol oynar. Uyku merkezlerinde yapılacak “uykuda solunum araştırmasıyla” kesin tanı konduktan sonra ya gerekli tedavi girişimlerinde bulunulur; (örneğin; KBB muayenesi, gerekli tıbbi ve cerrahi girişimler gibi) ya da geceleri uyurken takılan ve solunumu düzenleyen aletler kullandırılır. Unutulmaması gereken, apne sorununun, özellikle önemli derecede ise, kişi için hayati bir konu olduğudur.
Narkolepsi: Nadir görülen bir uyku bozukluğudur. Uykuya dalma anında (kişinin birden uykunun rüya dönemine girmesi sonucu) rüya içeriği ile ile uyanıklığın karışması ve halüsinasyon görme, uykudan uyanma sırasında gözler hariç (sanki vucuduna felç inmiş gibi) hiç bir uzvunu hareket ettirememe (gözlerini oynatınca ya da kendisine dokunulunca bu durum düzelir), gündüzleri monoton durumlarda ya da bir şeye gülme vs. gibi duygusal bir durumda birden vucudun boşalımı ve yere yığılma nöbetleri ve en önemlisi de günlük yaşamda makina ya da araba kullanırken kaza yapıp kendisinin ya da çevredekilerin yaralanmasına hatta ölümüne yol açabilen ve de önüne geçilemeyen “uyuma nöbetleri” yaşanmasıdır. Kesin tanı konduktan sonra, hekim tarafından verilecek ilaç tedavisi uygulanır. Nöbetler yeterince ortadan kalkıncaya kadar, kişiye araç ya da makina kullanmaması önerilir. Klein-Levin sendromu: Çok nadir görülen ve yılda bir ya da daha fazla sayıda izlenen 3-4 gün gibi uzun bir süre aşırı uyuma ve aşırı yeme nöbetleri ile seyreden uyku bozukluğudur. İlaç tedavilerinden yararlanılabilir. Uykuda gelen epilepsi: Uykuda birden çığlık atar gibi korkutucu bir ses çıkarma, kol ve bacaklarda gerilme, kasılma titreme olması, ağızdan köpürerek salya akması, yüzde morarma, soluğun kesiliyor gibi olması, dişlerin kenetlenmesi, gözlerin sabit bir noktaya dikili kalması, yatağa çişini kaçırma vb. belirtilerle seyreden ve genellikle bir kaç dakika süren nöbetler sonrasında kişi tekrar uykuya dalar. Nöbetler beynin elektrik aktivisindeki aniden ortaya çıkan artış ve senkronizasyonla oluşur. Kesin tanı kişiyi gözleme, beynin elektrik aktivitesini gösteren EEG çekimi ile konur. Ailede başka epileptik kişilerin de bulunması gibi kalıtımsal özellikler yanında, beyin ile ilgili organik olaylar da nöbet oluşumunda rol oynar. Örneğin; doğumda bebeğe kordon dolanması, doğumun çok uzun sürmesi ya da kalp-akciğer yetersizliği vb. sorunlarla beynin oksijensiz kalması, aşırı ateşlenme durumu ( febril konvülziyon), zehirlenmeler, kafa travması ya da beyin ameliyatları sonucu oluşan durumlar, zehirlenmeler, tiroid, karaciğer, böbrek gibi büyük organlarla ilgili sorunlar, beyindeki kanama ya da tümörler vb. gibi durumlar. Bunları ayırdetmek için gerekli tetkik ve muayeneler yaptırılır, gerekiyorsa beyin MRI’ı çekilebilir. Özellikle uykuda gelen nöbetlerin çocuklardaki gece terörü vb. durumlarla karıştırılmaması gerekir. Epilepsi tedavisi, gerekli ilaçların hekim kontrolunda kullanılması kaydıyla yüz güldürücüdür.
UYKU BOZUKLUKLARI İnsan ömrünün üçte biri uykuda geçmektedir. Ancak insan beyni uykuda da faaliyetini sürdürmekte olup, gündüz yaşadıklarımızın belleğe kayıt edilmesi, bazı hormonların salgılanması vb. durumlar uykuda gerçekleşir. Bu nedenle dünyayı tanımakta olan ve her gün büyüyüp yeni şeyler öğrenen bebek ve çocuklar daha çok uyurlar. Yine bedenimizin ertesi güne dinç kalacak bir şekilde hazırlanması da, hem uykuda dinlenme, hem de gece saat 23.00 ile 03.00 saatleri arasında salgılanan ve “büyüme hormonu” denen bir hormon sayesinde olmaktadır. Bu nedenle bu saatleri kapsamayan uyku, daha uzun bir süre uyunsa da, sağlıklı olmayacaktır. İnsanlar her gece “hafif uyku+derin uyku+ rüya görülen uyku dönemlerinden (REM) oluşan” ve her biri ortalama 60-90 dakika süren “uyku periyodları” yaşarlar. Bir gecede 4-5 defa bu dönemleri kapsayan uyku periyodları yaşanır. Eğer alışılmış uyku saati kaçırılmış ise, bir sonraki uyku periyodunu yakalamak için aradan 60-90 dakika geçmesi gerektiği bilinip, “uyuyamıyorum” diye telaşlanmamalıdır. Sabaha doğru rüya dönemlerinin süresi uzamaya başlar. Ertesi gün hatırlayabildiğimiz rüyalar da, çoğunlukla sabaha doğru gördüğümüz bu rüyalardır. Uyku süresi kişiden kişiye değişir. Küçük uykucu insanlar (Örn; Yönetici yapısında olanlar, M. Kemal Atatürk, Napolyon vb.) 4-5 saat uykuyla ertesi gün kendilerini dinlenmiş hissederken, büyük uykucular (Yazarlar, şairler vb.) ancak 8-10 saat uyuduklarında dinç ve dinlenmiş olarak kalkabilirler. Bu nedenle önemli olan uykunun süresi değil, şu anki uyku biçimimizle ertesi gün kendimizi nasıl hissettiğimiz ve de şimdiki uykumuzda daha önceki uyku biçimimize göre bir farklılık olup olmadığıdır (Örn; uykunun alışılmıştan daha azalmış ya da artmış olması gibi). Bazı kişiler de (yaşlılarda daha fazla olarak) uykularını yanlış değerlendirir, gerçekte uyudukları halde, bunu kabullenmez ve uyumadıklarını iddia ederler. Bu durumda tanı koymak için beraber yaşadığı kişilerin de bilgisine baş vurmak gerekir. Sağlıklı kişilerde de, yaş ilerledikçe uyku da azalmaya başlar. (sabah kaktığınızda gözünüz yatakta kalıyorsa gençsiniz demektir!).
NORMAL UYKUYUBOZAN NEDENLER
- Gündüz aşırı aktif çalışma ya da yaşanan güncel çatışma ve sorunlar, gece kişide uyanıklık döneminin (uyanıklık şemsiyesinin) sönüp, uyku döneminin ( uyku şemsiyesinin) açılıp işleve geçmesini engelleyebilir.
- Uykudan önce aşırı fiziksel aktivasyonda (aşırı spor vs) ya da aşırı zihinsel aktivasyonda (sorun çözme, bilgisayarla çalışma vb gibi) uykuya dalmayı zorlaştırabilir.
- Uyunan ortamda gürültü, aşırı ısı, aşırı soğuk ya da ışık vs. olması.
- Farklı bir ortamda uyuma (otel vb).
- Alışılmış uyku saatinden değişik saatlerde (düzensiz) uyumaya çalışmak.
- Uyku kaçırabilen maddelerin alınması (örn;kahve, çay, kola, uyarıcı etkisi de olan ilaçların kullanımı vb).
- Kişilik özelliği; Örn; mükemmeliyetçi, tertipli, düzenli, aşırı detaycı ve herşeyi kontrol altında tutmak isteyen kişilik (obsesif kişilik yapısı) özelliğine sahip olanlarda; uykunun da kontrol edilmeye çalışılması ve “ya bu gece de uyuyamazsam” endişesinin yaşanması ya da gündüz yaşanan olumsuzlukların uyku öncesi tekrar tekrar önlenemez biçimde düşünülmesi vb. nedenler, uykuya dalmayı zorlaştırır.
UYKUYU BOZAN PSİKİYATRİK NEDENLER
* İç sıkıntısı, kaygı ve gerginlik (anksiyete) durumları ya da olumsuz yaşam olaylarıyla ilgili (demoralizasyon) durumlarda uykuya dalmak zorlaşır. Bazı kişilerde ise tersine, stresli durumlarda uykuya kaçış görülebilir. Bunlar uyuyarak stresli duruma yanıt verirler. *Önemli yaşamla ilgili travmaları takip eden (travma sonrası stres bozukluğu) durumlarında; “yaşanan travmayı anmsatan korkulu rüyaları görmeyi istememe” şeklindeki (bilinç dışı) bir duyguyla uykuya dalmak zorlaşır.
*Takıntı hastalığında (obsesif bozukluk); Kişi yatağa yattığında aklına gelen günlük yaşamla ilgili günlük olağan ya da olumsuz düşüncelerle uğraşıp durma nedeniyle uykuya dalamaz (Örn; Şunu niye söyledim, niye şu cevabı vermedim, şunu söylemem acaba onu kırmış mıdır? vb. gibi).
*Panik bozukluğunda; Kişi uyku sırasında sağlığıyla ilgili kontrol edemediği kötü bir şey olabileceği ya da panik atak yaşayabileceği duygusuyla uykuya dalmada zorlanır.
*Depresyonda; Uykuya dalmada zorluk, gece uykuda sık sık uyanma ya da sabah 4-5 sularında sanki düğmeye basılmış gibi aniden ve sıkıntılı biçimde uyanma (küçük bir grup hastada ise tersine tersine 10-12 saat gibi fazla uyuma) izlenir.
*Bipolar hastalığın manik dönemlarinde; Aşırı hareketlilik nedeniyle uykuya dalamama ya da alışılmışın dışında 2-4 saatlik kısa bir uykuyla, çok enerjik bir şekilde uyanma ve davranışlarda hareketlilik izlenir.
*Şizofreninin alevlenme dönemlerinde; çoğunlukla şüphe hezeyanlarına bağlı olarak “kendisine uykuda bir kötülük yapılabileceği vb” korku ve şüphe duygularının da eşlik edebildiği uykusuzluk izlenir. Kronik şizofrenili hastaların bazılarında ise; insanlarla iletişim kurmadaki isteksizlik nedeniyle, bir kaçış olarak diğerlerinin uyuduğu saatlerde uyumama, onların uyanık olduğu saatlerde ise tersine uyuma görülür. Yani bu hastalar geceleri uyumaz, gündüzleri uyurlar
*Bunamalarda (demans); Hastalar akşama doğru daha huzursuzdurlar (gün batımı sendromu) ve geceleri uykuya dalamazlar. Yine gündüz uyuklamaları da gece uykuya dalmayı zorlaştırdığından, hastaların gündüz uyuması engellenmelidir. Tüm bu uykusuzluk durumları, sadece uyku verici ilaç kullanarak çözülemez. Zira uyku ilaçları çok gerekli bir durum varsa ve hekim tarafından önerilen kısa sürede alınabilir, uzun süreli kullanılmaz. Zira 3-4 haftadan sonra etkileri azalacağından dozlarını artırmak gerekir ve bu tutum da ilaç bağımlılığına yol açar. Yapılması gereken uyku sorununa neden olan temeldeki nedenlerin ortadan kaldırılması ve gerekli tedavilerin uygulanmasıdır. Ancak bu yaklaşımla uyku sorunları tedavi edilebilir.
ÖZEL UYKU SORUNLARI
*Uykuda konuşma; Hastalık değildir, mırıldanma, konuşma izlenir. Sorulanlara kişi cevap veremez. Tedavi gerektirmez.
*Uykuda diş gıcırdatma; Bir hastalık değil, bir uyku bozukluğudur. Stresler artırabilir. Stres azaltıcı teknikler (stres yönetimi) ya da bazı psikiyatrik ilaçlar uygulanmaktaysa da sonuçları fazla olumlu değildir. Ancak diş minesinin yıpranmasını önlemek için, yatarken diş hekimince hazırlanacak koruyucunun kullanılması gerekir.
*Uykuda yürüme (uyurgezerlik); Ergenlik öncesi daha sık izlenen, ailesel yatkınlığın rolü olan ve uykuda konuşma vb. gibi belirtilerle birlikte de izlenebilen uyku bozukluğudur. Kişi anlamsız biçimde yatakta oturur, eşyalarla oynayabilir ya da amaçsız biçimde evin içinde dolaşabilir. Kısa konuşmalar, bazen telefonla konuşmaya çalışması vb. davranışlar izlenebilir. Kapı ya da pencereden çıkabilir. Uyaranlara cevap vermez, kolay kolay uyandırılamaz. Tedavide; hasta ve yakınları bilgilendirilir, hastanın zarar görmemesi için yatak odasında gerekli tedbirler alınır (pencereye kilit koyma vb gibi). Ciddi ve zarar görme olasılığı olan kişilerde ilaç tedavisi uygulanır.
*Kabus bozukluğu: Daha çok çocuklarda izlenen ve 15 yaş civarında genellikle kaybolan durumlardır. Gecenin ikinci yarısında birden korku ve panik halinde uyanılır. Çocuğun bilinci o an yerindedir ve sorulduğunda gördüğü korkunç rüyalardan söz eder.
Tedavi: Çocuk ve ailesine bunun zamanla geçecek bir durum olduğu anlatılıp güvence verilir. Genel olarak tedavi gerekmez. Ancak bu durumlar kişinin yaşamını bozacak derecede yoğun isr ilaç tedavisi uygulanabilir.
*Uyku terörü (Uykuda korku bozukluğu: 3-5 yaşlarda başlar, genellikle ergenlik döneminde azalır, 1/100 oranında yetişkinlikte sürebilir. Gecenin ilk 1/3’lük bölümünde ve genellikle uykuda yürümeyle birlikte görülür. Kişi yoğun bir korku, çığlık atma, çarpıntı, terleme, hızlı nefes alma, üstündekileri çıkarma gibi belirtilerle yatakta oturur haldedir. Yataktan kaçmaya kalkabilir ve de yatıştırılması zordur. Bilinci yerinde değildir, 10-15 dakika içinde tekrar uykuya dalar ve sabah uyandığında bu nöbetleri hatırlamaz.
Tedavi: kişi ve ailesine bunun tedavisiz de geçebilen ve korkulmaması gereken bir durum olduğu konusunda teminat verilir. Düşüp yaralanmaması için oda içinde gerekli tedbirler alınır. Özellikle bu duruma olumsuz etki edebilecek olumsuz yaşam olayları ya da stresler hekim- hasta ilişkisinde psikoterapötik yönden ele alınır. Ciddi ve hastanın yaşamını bozan durumlarda, bu nöbetleri önleyici ilaç tedavisi uygulanabilir.
*Gece işemesi (enürezis): Bebekte mesane kontrolu gelişmemiştir. 5-6 yaştaki çocukların % 17’sinde görülür. Bazı yazarlar 5 yaşına kadar olanları hastalık olarak kabul etmez. Ancak süregitmesi hem çocuklarda, hem de yetişkinlerde utanma, kendine güvende azalma, içe kapanıklık vb. olumsuz durumlara neden olur. Oluşumunda; idrar torbası (mesane) kapasitesinin yapısal olarak küçük olması gibi biyolojik kusurlar yanında, özellikle çocuklarda ev ya da okulda yaşanan olumsuz durumlar, stresler, yeni bir kardeş gelmesi durumu vb. psikolojik durumlar da rol oynar.
Tedavi: Önce bu durumun nedeni tespit edilir (psikolojik ya da yapısal) sonra nedene göre tedavi yapılır. Psikolojik ise psikoterapötik yaklaşım, davranışcı yöntemler, koşullandırma yöntemi uygulanır. Eğer neden yapısal ise ilaç tedavisi uygulanır. Bazen de bu yaklaşımlar birlikte de uygulanabilir.
*Rüya uykusu sırasında izlenen davranış bozuklukları: Bu kişiler gördükleri korkulu rüyaların içeriğine göre (saldırıya uğrama, yırtıcı hayvanların saldırması vb. rüyalar) kendini savunma olarak aşırı hareketlenme, yumruk atma, yanındakinin boğazına sarılma vb. saldırgan davranışlar gösterebilirler.
Tedavi; Kendisinin ya da yanında yatan eşinin, çocuğunun vb. zarar görmemesi için, uykunun rüya dönemini bastırıcı ilaçlar kullanılabilir.
Uykuda solunumun aralıklarla duraklaması (uyku apnesi); Tüm insanlarda uyku sırasında izlenebilen solunum duraklamalarının 1 saatlik bir zaman diliminde 30’dan fazla gibi çok sayıda ve uzun süreli olmasıyla seyreden durumlardır. Kişinin solunumu önce duraksar, ardından horlama sesi çıkararak tekrar uykuya dağlar ancak kısa bir süre benzer durumlar tekrarlar. Bu nedenle kişiler (gece boyunca hatırlamadıkları sayıda çok kısa süreli ve sık sık uyandıklarından) sağlıklı bir uyku uyuyamaz, ertesi gün uykusuzluk, çalışmada isteksizlik, uyuklamalar, yorgunluk, baş ağrısı gibi bedensel ya da depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları daha çok yaşarlar. Solunum durmaları kalp-akciğer bozukluklarına yol açabilir. Apneleri artıran alkol, yeşil reçeteli uyku ilacı vb. kullanma durumlarında uykuda ölüm bile oluşabilir (Bebeklerde izlenen ve “ Odin laneti” olarak isimlendirilen uykuda ölümler de solunum durmasıyla ilgilidir). Bu nedenle uyku sorunuyla gelen herkese ve birlikte uyuduğu kişilere “geceleri horlama olup olmadığı” sorulmalıdır. Hekime danışmadan uyku ilacı kullanılmamalıdır.
Oluşmasında; solunumla ilgili organlardaki sorunlar (örn; burundan ya da ağızdan nefes almayı zorlaştıran burunda eğrilik, büyük bademcikler, aşırı kilo vb. organik durumlar vs) ya da solunum merkeziyle ilgili daha ciddi sorunlar rol oynar. Uyku merkezlerinde yapılacak “uykuda solunum araştırmasıyla” kesin tanı konduktan sonra ya gerekli tedavi girişimlerinde bulunulur; (örneğin; KBB muayenesi, gerekli tıbbi ve cerrahi girişimler gibi) ya da geceleri uyurken takılan ve solunumu düzenleyen aletler kullandırılır. Unutulmaması gereken, apne sorununun, özellikle önemli derecede ise, kişi için hayati bir konu olduğudur.
Narkolepsi: Nadir görülen bir uyku bozukluğudur. Uykuya dalma anında (kişinin birden uykunun rüya dönemine girmesi sonucu) rüya içeriği ile ile uyanıklığın karışması ve halüsinasyon görme, uykudan uyanma sırasında gözler hariç (sanki vucuduna felç inmiş gibi) hiç bir uzvunu hareket ettirememe (gözlerini oynatınca ya da kendisine dokunulunca bu durum düzelir), gündüzleri monoton durumlarda ya da bir şeye gülme vs. gibi duygusal bir durumda birden vucudun boşalımı ve yere yığılma nöbetleri ve en önemlisi de günlük yaşamda makina ya da araba kullanırken kaza yapıp kendisinin ya da çevredekilerin yaralanmasına hatta ölümüne yol açabilen ve de önüne geçilemeyen “uyuma nöbetleri” yaşanmasıdır.
Kesin tanı konduktan sonra, hekim tarafından verilecek ilaç tedavisi uygulanır. Nöbetler yeterince ortadan kalkıncaya kadar, kişiye araç ya da makina kullanmaması önerilir.
Klein-Levin sendromu: Çok nadir görülen ve yılda bir ya da daha fazla sayıda izlenen 3-4 gün gibi uzun bir süre aşırı uyuma ve aşırı yeme nöbetleri ile seyreden uyku bozukluğudur. İlaç tedavilerinden yararlanılabilir.
Uykuda gelen epilepsi: Uykuda birden çığlık atar gibi korkutucu bir ses çıkarma, kol ve bacaklarda gerilme, kasılma titreme olması, ağızdan köpürerek salya akması, yüzde morarma, soluğun kesiliyor gibi olması, dişlerin kenetlenmesi, gözlerin sabit bir noktaya dikili kalması, yatağa çişini kaçırma vb. belirtilerle seyreden ve genellikle bir kaç dakika süren nöbetler sonrasında kişi tekrar uykuya dalar. Nöbetler beynin elektrik aktivisindeki aniden ortaya çıkan artış ve senkronizasyonla oluşur. Kesin tanı kişiyi gözleme, beynin elektrik aktivitesini gösteren EEG çekimi ile konur. Ailede başka epileptik kişilerin de bulunması gibi kalıtımsal özellikler yanında, beyin ile ilgili organik olaylar da nöbet oluşumunda rol oynar. Örneğin; doğumda bebeğe kordon dolanması, doğumun çok uzun sürmesi ya da kalp-akciğer yetersizliği vb. sorunlarla beynin oksijensiz kalması, aşırı ateşlenme durumu ( febril konvülziyon), zehirlenmeler, kafa travması ya da beyin ameliyatları sonucu oluşan durumlar, zehirlenmeler, tiroid, karaciğer, böbrek gibi büyük organlarla ilgili sorunlar, beyindeki kanama ya da tümörler vb. gibi durumlar. Bunları ayırdetmek için gerekli tetkik ve muayeneler yaptırılır, gerekiyorsa beyin MRI’ı çekilebilir. Özellikle uykuda gelen nöbetlerin çocuklardaki gece terörü vb. durumlarla karıştırılmaması gerekir. Epilepsi tedavisi, gerekli ilaçların hekim kontrolunda kullanılması kaydıyla yüz güldürücüdür.